Yüce dinimiz İslam, hayrı, yardımlaşmayı ne kadar teşvik ettiyse, gösterişi ve israfı da o kadar men etmiştir.

 

Malum israf haram, şov ise sadece şeytandandır.

 

Elbette ki, müminler kardeştir.

 

Müslüman için ümmet denildiğinde akla tabi ki din kardeşliği gelir.

 

Temel öğretimiz ben değil, biz demeyi emreder.

 

Biz Rahmandan, ben ise şeytandandır.

 

Allah hepimizi ben diyenlerden muhafaza eylesin.

 

Ben küçükken, dedem derdi ki; "Oğlum sağ elin verdiğini, sol el görmeyecek"

 

Ona da dedesi rahmetli demiş.

 

Neden böyle dediğini küçükken anlamazdım.

 

Sonra öğrendim ki, dinimizin emriymiş.

 

Şu andaki yaşananlara baktığımda, herkes yaptığını gösterme yarışında.

 

Hem de din adına.

 

Elbette ki dinimizin emirleri, yasakları değişmemiştir. Onları değiştirmeye de kimsenin gücünün yetmeyeceği Cenabı Allah'ın taahhüdüdür.

 

Peki değişen nedir?

 

EDEP ve AHLAK...

 

Üzülerek görüyorum ki; suni oluşturulan gösteriş ve riya denizi islam edep ve ahlakından, Peygamber terbiyesinden ne kadar uzak olunduğunun en büyük göstergesidir.

 

Bu kadar harcanan paralar bu dünyanızı da öbür dünyanızı da berbat etmesin.

 

Hep Riya, hep riya.

 

Samimiyet sıfır.

 

İşte bizi bitiren bu.

 

"Hz. Ömer (R.A.) tebdili mekân mahalle aralarında gezerken çocuk ağlamaları gelen bir kapının önünde durur ve bir süre dinler ve kapıyı vurarak içeri girer. Gördüğü manzara karşısında şaşkına döner. Bir yaşlı kadın ocaktaki tencerede bir şeyler pişiriyor. Küçük çocuklarsa eteğine yapışarak ağlıyorlardı...

Hz. Ömer (R.A. ): kadına bu çocuklar niye ağlıyor diye sorar.

Kadın: çocukların aç oldukları için ağladıklarını söyler.

Hz. Ömer (R.A.): peki niçin pişirdiğin yemekten vermiyorsun der

Kadın: "kocam ve oğlum şehit, bu çocuklarda oğlumun yetimleri, son yiyeceğimiz iki gün önce bitti. Tencerede de taş kaynatıyorum ki çocuklar avunur uykuya dalar diye" der

Hz. Ömer (R.A) daha da şaşırarak “peki kimseden yardım talep etmedin mi?” der.

Kadın: varlıklı bir aileden geldiğini, yardım talep etmeye utandığını söyler ve Hz. Ömer’e beddualar etmeye başlar. “Ömer şimdi rahat yatağında uyuyor, bizim halimizi düşünmüyor” der;

Hz. Ömer: ana, Hz. Ömer’in nerden haberi olsun der

Kadın: o İslam’ın halifesi, kocamı, oğlumu, savaşa gönderirken biliyordu da şimdimi bilmeyecek der.

Hz. Ömer: haklısın ana siz burada biraz bekleyin der ve gidip kendi sırtıyla taşıdığı un ve yağı getirip kadına verir. Daha sonra kadına ve yetimlere maaş bağlatır."

 

İşte İslam bu...

 

Halife olarak gidip un torbasını sırtına yükleyip ihtiyaç sahibine getiren yüce insan.

 

Ya günümüzde?

 

İftar şölenleri.

 

İftar toplantıları.

 

Acaba bu iftar toplantılarına katılanlar kimler?

 

Gerçekten ihtiyaç sahipleri mi?

 

Bu iftar yarışı daha nereye kadar gidecek?

 

Kesinlikle ve iddialı konuşuyorum ki, düzenlenen iftar yemeklerinde ihtiyaç sahibi aç insanlar bir parmağın sayısı kadardır.

 

Evinde kazan kaynamayan ihtiyaç sahiplerini araştırıp bulmak kimin görevi?

 

Önemli olan ALLAH'ın Rızasını kazanmak mı?

 

Yoksa, İftar sofrası düzenlemekte birinci olmak mı?

 

Ben diyorum ki; İsraf'da değil, hayırda yarışın...