Bir gelişim hikâyesinden ve bizlere örnek güzel bir ülkeden bahsetmek istiyorum. Yıllar önce aç, sefil ve perişanlık içinde olan ama günümüzde bundan kurtulup zenginliğe giden bir ülkeden. Hani biz yüz yıl önceki savaş nedeniyle aç susuz ve fakirdik diyoruz ya, Kore’de bundan 50-60 yıl önce savaştan çıkmış ve perişan bir durumdaydı. Durumları o kadar kötü idi ki, bazı fakir aileler çocuklarını satmak zorunda kalmıştı. Yapılan araştırmalar 200 bin Koreli çocuğun fakirlik nedeniyle başka ülkelere satıldığını gösteriyor.

Koreliler 1953’te 39 devletin yardımıyla savaşı kazanmışlar ve işgalden kurtulmuşlardı. 1960’lı yıllarda fakir bir tarım ülkesi idi. İlk işleri bundan kurtulmanın yolunu bulmak oldu. Yeni hedefler oluşturuldu ve bu hedeflere varmanın planları yapıldı. Daha sonra atılacak adımlar planlandı ve en sonunda bu planların uygulamasına geçildi. Devlet bunu sıkı bir şekilde takip ederek planların uygulanmasını teşvik etti. 1960 yılından 90’lara kadar beşer yıllık altı tane kalkınma planı yapıldı ve bu planlar büyük bir disiplin ile uygulandı.

Tüm dünyada rekabet edecek ve vizyon sahibi global şirketler meydana getirdiler. Dünyaya hükmetmek isteyenlerin önce şirketlerle var olabilmesi gerektiğini öğrenmişlerdi. Bu nedenle şehirlerde ve ülkelerde büyük şirketlerin oluşturulması planlandı; Hyundai, Kia, Samsung, LG gibi dev şirketlerin oluşmasına ve büyümesine zemin hazırlandı. Böylece dünya piyasasını elinde bulunduran ve dünyada söz sahibi olan firmalara sahip oldu. Bu şirketler gün geçtikçe büyüdü ve dünyaya dağılmaya başladı. Bu şirketlerin büyümesi ve gelişmesi devletlerini büyüttü, zenginliklerini arttırdı.

Bizim 1960’lı yıllarda üretmeye başladığımız (Devrim-Anadol) otomobil işine Kore 1975’lerde başlamıştı. Onlardan çok sene önce başladığımız halde şuan kendimize ait bir otomobil şirketimiz bile yok. Ancak günümüzde Kore otomobil üretiminde dünyada ilk beşe girmiştir. Kia ve Hyundai markaları ile dünya otomobil piyasasındaki sıralamada sürekli yükselmektedir.

AR-GE çalışmalarına önem verdiler ve üniversite sanayi işbirliğini kurdular. Böylece teknoloji üretmeye ve bu teknolojiyi yurt dışına satmaya başladılar. Üniversitelerin beyin gücü ile sanayinin kol gücünü birleştirerek sanayi ihracatını başlattılar daha sonra da ilkleri zorladılar ve zirveye yerleşen devletlerarasına girdiler.

1960’ta iki ülke de darbe yaşanmıştı. Bu yıllarda iki ülkenin GSMH’na baktığımızda Kore: 29 milyon dolar, Türkiye: 44 mil dolar idi. Kişi başı milli gelir Kore’de:275 dolar, Türkiye’de ise:481 dolar idi. Yani biz onlardan iki kata yakın daha zengindik. Ancak 60 tan sonra onların yükselişi, bizim ise onlar karşısında düşüşümüz başlamıştı. Yapılan plan ve programlamalar sonucu 1980 de bize yetiştiler. Ancak 1980 den sonra Kore hızlı bir atak ile bizi geçmeye başladı.

Günümüzde Kore’de GSYH: 1.8 trilyon, ülkemiz: 0.8 trilyon, kişi başı milli gelir de ise Kore: 36 bin dolar iken Türkiye 10 bin dolar, yani üç katımız. Her şey ortada, ülkemizde yılların kaybı onlarda yılların kazancı var.

 Onlar dipten zirveye yükseldi ve birinci sınıf bir ülke olmayı başardı. Bizim de birinci sınıf ülke olabilmemiz, aramızdaki çekişmeleri bırakıp, geleceğe dönük planlar yapmamıza, ilim ve teknolojiyi geliştirmek için AR-Ge çalışmalarına önem vermemize, birbirimize saygı duyarak, birbirimizi anlayarak ve ötekileştirmeyerek bir ve beraber olmamıza bağlıdır. Bunu Kore dışında Almanya, Japonya ve daha birçok ülke gerçekleştirdi. Önümüzde bunu gerçekleştirmiş çok güzel örnekler var. Onlar bunu başarmış ise biz neden başarmayalım. Başarı birlik ve beraberlik ile birlik ve beraberlik ise saygı ile gelir.