Ayasofya, ‘Kutsal Bilgelik, İlahi Bilgelik’ anlamına geliyormuş. Adı gibi kendisi de kutsal ve insanların yüzlerce yıllık ibadethanesi. Yıllara meydan okuyan ve yıllardır ayakta kalan insanlığın ortak mirası ve insanlığın en kıymetli eserlerinden biri. Böyle nadide bir eserin bizde olması güzel bir gurur ve ayrıcalık diye düşünüyorum. Bu kutlu eser dünyanın en büyük ve en uzun yaşayan imparatorluğu Roma’dan, Türklerin en büyük ve en uzun yaşayan imparatorluğu Osmanlıya, ondan da Türkiye Cumhuriyeti’ne miras ve bu kutlu mirası korumak hepimizin vazifesidir.

Ayasofya sadece bir ibadethane olarak değil, mimari şaheser olarak da çok çok büyük bir öneme sahiptir. Romanın insanlığa armağanı olan bu nadide eser, Osmanlı ve büyük Mimar Koca Sinan tarafından yapılan destekleme ve onarım sayesinde günümüze kadar gelmiş. Romanın inşası ve Osmanlının tamir -tadilat ve eklemeleriyle varlığını günümüze kadar devam ettirmiştir.

Romalılar günümüz Ayasofya’sından önce aynı yere iki kilise daha yapmışsa da gerek ayaklanmalar gerekse yangın ve diğer felaketler sonucunda onlar yok olmuş ve yerine günümüzdeki Ayasofya yapılmıştır. Yapı Doğu Roma İmparatoru Justinianos tarafından dönemin iki büyük mimarı Miletoslu (Miletli) Isıdoros ile Trallesli (Aydınlı) Anthemios’a yaptırılmıştır. Kayıtlara göre yapımına 23 Şubat 532 yılında başlanmış ve inşaatta bin civarında usta, on bin civarında işçi çalıştırılmış, malzemelerin birçoğu ülkemizdeki Yunan antik kentlerinden getirtilmiştir. Bu çalışmalar beş yıl sürmüş ve 27 Aralık 537’de ibadete açılmıştır.

Sadece Kostantiniyye’nin değil, Doğu Roma’nın en büyük Kilisesi olduğu için burası İmparatorların Taç giyme merasimlerinin yapıldığı yer olmuştur. Kubbe çapı 31,6 metre ile o dönemin ve sonrasının en büyük yapısıdır. Mimari özellikleri nedeniyle de Ayasofya büyük bir şaheserdir. Yapımında kullanılan malzemelerin çoğu Anadolu’daki antik kentlerden alınmışsa da bazıları Afrika’dan getirtilmiştir. Ayasofya’nın iki büyük mimarı yine Anadolu topraklarında yetişen Miletli (Miletos) ve Aydınlı (Tralles) mimarlardır. Onun günümüze kadar gelmesini sağlayan üçüncü mimar ise Türk tarihinin en büyük mimarı Mimar Koca Sinan’dır. Ki O’da bu toprakların insanıdır. Aynı toprakların insanları aynı esere imza atarak onun yapımını ve günümüze kadar gelmesini sağlamıştır.

Yapımından (537) 1453’e kadar Kilise olarak hizmet veren ibadethane 29 Mayıs 1453’te Osmanlı Devletinin büyük İmparatoru Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Konstantinopol’ün fethinin sembolü olarak camiye dönüştürülmüştür. Almış olduğu bu karar o gün bu gün tartışılır. Ben de böyle bir kararı doğru bulmuyorum, onun yerine karşısına onun gibi ihtişamlı devasa bir eser (Fatih Camii olabilir) yaptırılmasının daha doğru olacağını düşünüyorum. Ama olan olmuş. Bu karar tartışılabilir olsa da, bundan sonra bu tartışmanın kime ve kimseye bir faydası olmayacaktır. Ama Müzeye çevrilmesi daha büyük bir yanlıştı ve o yanlıştan ayıptan dönülmesi elzemdi.

Ayasofya başta da söylediğim gibi İnsanlığın ortak mirasıdır. Zira devasa ve mükemmel mimarisi ile tüm insanlığın beğenisini kazanmış ve Fatih gibi bir imparatoru derinden etkilemiş. Sadece Fatih değil, diğer Osmanlı padişahlarının da beğenisini ve takdirini kazanmış, her daim Osmanlıda saygın yerini korumuştur. Büyük İmparator şimdikiler gibi aşağılık kompleksine girmemiş ve Ayasofya adını değiştirmemiş tıpkı Kostantiniyye ismini değiştirmediği gibi… Saygınlığı nedeniyle Osmanlı Ayasofya’nın bakımını ihmal etmemiş hatta ona ayrı bir ihtimam göstermiş, bu bakımlar nedeniyle günümüze kadar gelmesi sağlanmıştır. Depremde yıkılmaması için çok sayıda payandalar eklenmiş eklemeler yapılmış ve onarımlar görmüştür.

Cumhuriyetin ilk yıllarının muktedirleri onu (1934 yılında) Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevirdi. Bu saygın ve ulu mabedin müzeye dönüştürülmesi halkın gönlünde derin bir yara bıraktı ve büyük bir kesimin aklında hep, onun camiye çevrilmesi hayali kaldı. Bu duygu halkın büyük kesiminin ortak duygusudur. O gündür bu gündür onun hayaliyle yaşayanlar oldu ve insanların içinde hep bir uhde kaldı. Bu uhde sağ partilerce kullanıldı. Yapamasalar da yapacaklarını vaat ederek halkın desteğini almaya çalıştılar. İlk olarak 1950’li yıllarda camiye çevrilmesi gündeme geldi ve o günüdür bu gündür hep gündemde yerini korudu. 2005 yılında Ayasofya’nın cami olması için açılan dava Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedildi. 2016 da açılan ikinci bir dava da 2018’de reddedildi. Ancak Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği’nin Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine yönelik ‘Bakanlar Kurulu kararının iptali’ istemiyle Danıştay’a dava açması üzerine 2 Temmuz 2020 tarihinde bir duruşma yapıldı. Ve 10 Temmuz 2020 de Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını daha önceki kararının aksine iptal etti. Bu da bize hakim güçlerin camiden müzeye dönüştürdüğünü yine hakim gücün müzeden Camiye dönüştürdüğünün kanıtıdır (Demek ki dünyada ve ülkelerde hakim güçlerin istediği oluyor ve Danıştay daha önce reddettiği bir kararı kabul edebiliyor).

2729 numaralı Cumhurbaşkanlığı kararı ile Ayasofya Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek tekrar Mabet olma özelliğine kavuşmuştur. Ayasofya 1400 yıllık ibadet hane özelliğinin içinde küçük bir mola dönemine (70 yıl) girdi ve nihayet tekrar ibadethane olarak hayatına devam edecek.

Kılıçtaroğlu parti olarak camiye çevrilmesine itiraz etmeyeceklerini ve kararı tekrar mahkemeye vermeyeceklerini söyledi. Doğru bir karar ve destekliyorum. Zira sağ partilerin halkın dini duygularını kullanmasının sebebi, CHP’nin halkın dini duygularını baskı altında tutması ve din karşısında gözükmesidir. Ayrıca Muharrem İnce’de ilk cumada olacağını söyleyerek çok daha güzel bir tablo çizdi ve alkışı hak etti. CHP artık din üzerinden yaptığı ve din düşmanlığı olarak algılanan siyaseti bırakmalı ve halkın karşısında değil de yanında yer aldığını göstermelidir. Yoksa her daim dini duyguları kullanan bir sağ parti olacak ve bundan çok büyük kazançlar sağlayacaktır. CHP böyle davranarak onların ekmeğine yağ sürmemelidir. CHP den gelen bu olumlu tepkileri alkışlıyorum bize böylesi bir CHP gerek diyorum. Unutmayın bir ülkenin güçlü olması için Demokrasi, Demokrasinin güçlü olması için iktidarın değil, Muhalefetin güçlü olması gereklidir. Güçlü bir ülke ve Demokrasi için güçlü bir muhalefet partisi diyorum. Güçlü parti halkın karşısında değil, yanında gözüken partidir.