MASAL gibi bir öykü vardır…

Şöyle ki:

Zamanın birinde bir köylü ile yılan arkadaş, dost olurlar.

Köylü yılana her gün süt götürmekte, yılan ise ona her gün bir altın vermektedir.

Onlarınki karşılıklı menfaat dostluğu ama olsun, her ikisi de karşılıklı bir şeyler alıp veriyorlar, yani birbirlerinin hayatını kolaylaştırıyorlar. Paylaşımda bulunuyorlar.

Bu karşılıklı alışveriş uzunca bir süre devam ediyor. Köylü bir gün hastalanıyor, her gün götürdüğü sütü götüremeyecek yılana...

Çağırıyor oğlunu yanına;

"Bak oğlum! Bizim bahçenin yanındaki dut ağacının dibinde her gün bir yılan gelir, benim götürdüğüm sütü alır ve yerine bir altın bırakır. Ben bugün hastayım ve bu sütü sen götür ve yılanın verdiği altını getir" der.

Oğlu babasının bahsettiği yere gider, sütü bırakır, ancak babasına da kızar. Çünkü babası o altını almak için her gün yılanı ziyaret etmekte ve süt götürmektedir...

Her gün gitmekle olur mu?

"Kim taşıyacak her gün sütü? Öldür şu yılanı, al altının tümünü!" der.

Sütü babasının dediği yere bıraktıktan sonra altını vermeye gelen yılana baltayla saldırır! Yılan kendini kurtarmak isterken aldığı balta darbesiyle kuyruğu kopar ve can acısıyla oğlana saldırır ve onu boğarak öldürür.

Köylü bekliyor ki oğlu gelsin!

Hem de altını getirsin!

Gelen yok, giden yok…

Oğlunun gelmediğini gören köylü, hemen bahçeye koşar.

Yılanın kuyruğunu ve oğlunun cesedini görür…

Acısını yüreğine gömüp, yılanın delikten çıkmasını bekler…

Birazdan yılan delikten çıkar ve adama bakarak şöyle der:

''Artık dostluk bitti… Bende bu kuyruk acısı, sende de bu evlat acısı varken dost kalamayız…''
 

*
 

"Kuyruk acısı-evlat acısı" söylemi de, sade siyasette değil, her alandaki ortaklıkları ilgilendiren bir gerçeğin ifadesidir…

Bizde, bu tür öz-deyişler de yok mudur?

Mesela şu diyalog, çok kullanılır…

-Üzülme… Bu da geçer!..

-Geçer geçmesine… Ama deler de geçer…

Biliriz ki, bazı izler, yaralar kalıcı olur…

Örneğin bir politikacı veya kamu yöneticisi, davranışları ile kendini insanlardan uzak tutmaya, dediğim dedik davranmaya, küskünlük çekişmeye, sevgisizliği ön planda tutmaya, herkese suçlayıcı bir gözle bakmaya kalkışırsa, o politikacı veya kamu yöneticisi kesinlikle yalnız kalmaya mahkûmdur…

Kuyruk acısı misali…

Bir dost bulamaz…

Çünkü mesleki içerisinden edindiği ve beynine yerleştirdiği algı, şüphecidir…

Etrafa şüpheyle bakar…

Hele hele herkesi ''suçlu'' gibi görür…

Dost, düşman, kim? 

Ayırt edemez…

Zaman alır bazı gerçekleri öğrenmek için…

İşte o zaman dilimi bir bakmış ki geçivermiş…

Arkasına dönüp baktığında…

Ne koltuk kalır oturduğu…

Ne de kendisini yolcu etmeye gelen bir dost…
 

*
 

Yukarıdaki kuyruk ve evlat acısı öyküsünden başladık, devamında yeni bir "Kıssadan Hisse" çıkartmayacağız…

Ama bilelim ki, her şey, bir iz bırakır…

Eğer bu izler, toplumu rahatsız eder düzeye gelirse, mutlaka bir şeyler değişir.

Kimse bulunmaz ''Hint kumaşı'' değildir…

Kaldı ki; Kimse birbirini sevmek zorunda da değildir…

Ama ortak bir nokta varsa…

Ki var…

O da Kahramanmaraş’ın geleceğidir…

Bu gelecek adına, herkes adımını atarken çok dikkat etmelidir.

Ben Başkanım, ben kralım, ben bilmem neyim, dememeli…

Hep birlikte kucaklayıcı olmalı, olunmalıdır…
 

*
 

Ve ben buradan ilk adımı atıyorum…

Sevgili Başkan Güngör’ün, özel kaleminden alamadığımız randevuyu buradan talep ediyorum…

Sorunlar ''kavga ile değil, konuşa konuşa çözülmeli'' demiş atalarımız…

''Söz şimdi, Başkan Güngör de…''