BUGÜN sizlerle kıssalarda buluşmak istedim…

Özünü, benliğini, nerden geldiğini, ne yaptığını, görevinin ne olduğunu, bilmeyen günümüzde o kadar çok insan var ki…

Hangisini sayayım…

Hani kıssalar ders verir derler ya!

Bizde bugün bir kaç kıssadan bahsedelim…

Kıssa deyip geçmeyin:

Kur’an-ı Kerim de anlatılan kıssalar, hikâye olsun diye anlatılmadı. Hepsinin hayatımıza yön veren bir yönü ve almamız gereken dersler vardır. Mesela Yusuf Kıssası, hem siyasiler için hem de tüm insanlık için ibretlerle doludur. Peygamberlerin hayatı, keza yine öyle…

Mesela ben Süleyman Aleyhi selam Belkıs kıssasını okuduğumda dehşete düşüyorum. Afşin’imizde yatmakta olan 7 uyurların, yani Eshabı Kehf’in kıssasını okuduğumda bambaşka dünyalara dalıyorum.

İşte bugün bu kıssalardan biriyle sizlerle beraber olmak istedim. Gerçi anlatacağım kıssa Kur’an da geçmiyor amma, tevatür yoluyla geldiği için örneklik teşkil ediyor.

Buyurun hep birlikte okuyalım:

Toplum içeresinde on kişiden fazla kişinin idaresini üzerine almış kişiye yönetici derler.

Yöneticiliğin bazı sorumlulukları vardır.

Öncelikle yönetici Allah’ın doğru yolu üzerinde olmalı ve idaresini de Allah’ın emirleri doğrultusunda yürütmelidir.

Bu konuda Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:

Hiç bir kişi yoktur ki, on kişiye veya daha fazlaya komutan, başkan, müdür tayin edilmiş olsun da, mahşer yerine elleri ayakları, zincirlere bağlanmış, kelepçelerle kelepçelenmiş olarak gelmiş olmasın.

Yani on kişiye ve daha fazlaya emir olan kimse, mahşer yerine mutlaka kelepçeli, zincirli gelir.

Adam padişah oldu, müdür oldu, kaymakam oldu, komutan oldu, başkan oldu, milletvekili oldu, bir şey oldu. İllaki mahşer yerine zincirli gelir. Yani, "Bu vazifeyi güzel yaptı mı, yapmadı mı?" diye mahşer yerinde sorguya çekilir.

Halkıyla ilgili, kendisine yüklenmiş resmî görevi güzel yapmışsa, kelepçeler çözülür, zincirler açılır: "Sen suçsuzmuşsun, kurtuldun!" diye boynuna, ayaklarına, bileklerine takılmış zincirler çözülür, kurtulur.

Amma velakin vazifeyi güzel yapmamışsa, o zaman zincir üstüne zincir, kelepçe üstüne kelepçe, vurulur. Her tarafı bağlanarak cehenneme atılır.

*

Horasan’ın meşhur valisi Abdullah bin Tahir, muhterem ve mübarek bir idarecidir. Ancak yönetime geçince ister istemez hatalar da yapar, zulüm de işler.

Nitekim bir gece mahallede rahatsızlık verip, şikâyetlere sebep olan bazı başıboş kimseleri toparlayıp, valinin huzuruna çıkarmak üzere önlerine katarak götüren bekçiler, bir ara bir suçlunun sokaklardan birine dalarak kaçtığını görürler.

Peşine düşen bekçiler sokakta önlerinde yürüyen masum bir demirciyi, kaçan sendin, diyerek yakalayıp suçlular arasında valinin huzuruna çıkarırlar.

Geceleri halkı rahatsız eden bu suçlulara olan kızgınlığı sebebiyle ayırım yapmadan, soruşturma gereği duymadan emir veren Abdullah bin Tahir:

Bunların hepsini de atın zindana. Akılları başlarına gelinceye kadar kalsınlar orada!   Geceleri halkı rahatsız edip de şikâyetlere sebep olmak neymiş anlasınlar, der.

Böylece akşam geç vakte kadar çoluk çocuk rızkı için çalışmaktan yorularak evine dönmekte olan demirci de suçlular arasında zindanı boylamaktan kurtulamaz. Üzerine kapatılan zindan kapısının arkasından kırık gönülle yaptığı bedduası ise şundan ibaret olur:

Rabbim, der. Beni evimde uyutmayanları sen de evlerinde uyutma. Sabahlara kadar onlar da uyuyamasınlar yataklarında!

O sıralarda evinde yatağına uzanan vali ise, daha gözlerine uyku girer girmez müthiş bir sarsıntı ile uyanır. Hemen fırlar yatağından, bakar ki deprem filan yok. Şükürler olsun rüyaymış, diyerek tekrar uzanır yatağına. Ne var ki yine gözünü kapar kapamaz aynı sarsıntı başlar. Yine fırlayıp sağa sola bakar. Sabahlara kadar mazlum demirci zindanda nasıl uyumazsa, zalim vali de evindeki yumuşak yatağında öyle uyuyamaz...

Vali, sabah olunca, Bunda bir hikmet olabilir, birine bir zulüm mü yaptım acaba? Diyerek hapishane müdürünü çağırtıp sorar.

Bu gece sabaha kadar uyuyamadım. Bir mazlumun bedduasını mı aldım acaba, der.

Müdür Bey kendisinin de işittiği bir mahpusun duasını anlatır.

Rabbim beni evimde uyutmayanları sen de evlerinde yumuşak yataklarında uyutma, diye dua eden bir demirci vardı hapishanede.

Hemen o demirciyi getirin buraya, der. Vali, huzuruna getirttiği demircinin suçsuzluğunu öğrenince özür dileyerek serbest bırakırken tembihini de şöyle yapar:

Başına böyle bir iş gelirse hemen beni ara! Demirci cevabını beklemeden verir:

Seni neden arayayım? Bana zulmeden sen değil misin? Ben seni değil, beni senin zulmünden kurtaranı arar, müracaatımı yine Ona yaparım. Zira O (cc), senin evini sabahlara kadar başına yıkacak halde sallamasaydı sen yine beni aramayacak, zulmünü sürdürmekten geri kalmayacaktın.

Vali bu sözler karşısında mahcup olur, gözyaşlarını tutamaz.

Çevremize baktığımızda bu kıssalardan hisse alması gereken birçok insan görürüz. Bu insanlar bu yazılanları okurlar mı? Okurlarsa ders alırlar mı? İnşallah yararlı olur. Bizden hatırlatması…