Şehirlerin sokaklarında ve caddelerinde dolaşan insanlar yol boyunca selamlaşırlardı eskiden.

Herkes biribirini tanırdı.

Herkes biribirini sevmese de saygılı davranırdı.

Şimdilerde her küçük şehir de; diğer büyüyen şehirlerin izinden gidiyor…

Apartmanlaşmanın bedelini ödüyoruz belki de…

Ramazan da sokağını bırakın iki sokak ötedeki akraba, ahbap evlerine yemekler gönderilirdi,

Şimdi kapı insanlar komşusunu tanıyamaz halde yaşıyor neredeyse…

Büyüyen şehirler desek de; tüm Türkiye aynı yolun yolcusu gibi…

Tek fark bir şehir bugün yabancılaştı, birisi dün, diğeri yarın…

ÖZ’E DÖNMEK…

Millet olmanın şartlarından birisi dil birliğidir.

Biz; kaç sene oldu hatırlamıyorum ama 1970 li yıllarda sanırım televizyon dizileri ile yabancı kelimelere tapar olduk…

İşyerlerimize yabancı isimler verdik, arabalarımıza yabancı kelimeler yazdık, ürünlerimizi yabancı isimlerle donattık, sonra çocuklarımıza yabancı isimler verdik.

Hatta özü itibarı ile haftanın ''IN'' ve ''OUT'' ları dedikleri televizyon programlarının izlenme sayısını (reyting deniyor ya) yükselttik.

Biz bunu yaptıkça program üretenlerin cesaretini arttırdık; onlar bize ve kültürümüze daha yabancı programlarla geldiler.

Şimdi öyle bir noktadayız ki; çocuklarımızla seyredemeyeceğimiz derece sahneleri bize sunarak; ahlak ve aile kavramının içini boşalttılar.

Kimseye kızmayalım.

Onlara bu cesareti biz verdik; önümüze konana razı olarak…

Şu an Türkiye de müthiş bir şekilde Hristiyanlaştırma programı yürütülüyorsa sebep nedir?

Dilimizin yabancı kelimelerle doldurulması önemli bir sebep olarak gözükmeyebilir.

Fakat sosyal bilimcilere sormak gerek.

Birde akşam sabah yayınlanan ''mutfak, kaynana/gelin, kim ne giyer nereye gider, kim kiminle …….'' gibi içi boş, milletimizin zamanını ve ahlakını çalan programlar….

İsteyen seyretmiyor tabii.

Ama yapımcılara bu kadar basit programlar yapma cesaretini bizler veriyoruz.

Tabii bir de konuşma adabından yoksun sunucular; daha da bozuyor dilimizi ve ahlakımızı…

KUR’AN…

Türkiye de her Müslüman ailenin evinde en az bir adet arapça olarak var olan kutsal kitabımız…

Fakat genelimiz Kur’an’ı okumak ve anlamak yerine arapçasını dinlerken anlamını bilmeden ağlamayı tercih ediyoruz.

Çünkü okumak yerine de; bize, (Rabbimize sığınarak yazıyorum ki; ) Allah adına söylenen ilave sözlere inanıyoruz.

Ama Rabbimiz bunları yapanları da açıkça tehdit ediyor o yüce kitapta.

Fakat gözü dönmüş insanlar; buna da aldırış etmiyor.

Rabbimiz ''…. Onların vay haline'' diyorsa; her tehdidin de, her şeyi bilen ve mutlak hakim odur…

''Oku! ''yüce Rabbimizin emri olmasına rağmen çoğumuz hiçbir sayfasına dokunmadan mezara kadar saklıyoruz.

Kur’an; cenazemiz olunca aklımıza geliyor ve arapçasını okuyabilenler alıp okuyor. Sanki ölüler için gönderilmiş gibi

Yüce Rabbimizin 32-33-54 sayılarıyla sınırlı olmayan, ''….yapın'' buyurduğu farzlarının ve ''…..yapmayın'' buyurduğu yasaklarının her birisinin ayrı bir hikmeti var iken,

Biz mini minnacık ve aciz kul aklımızla; görmezden geliyoruz, sadece kendimizi kandırıyoruz.

Okuyalım.

Kur’an’ı anlamaya çalışalım.

Fakat birden fazla ve farklı meallerden aynı anda (en az üç tane diyor alimler) okumalıyız.

Çünkü bu şekilde okumak daha iyi anlamamızı sağlıyor.

Bozulan çizgilerimiz varsa; bunu düzeltmek için bilgi sahibi olmak gerekir.

Bilginin kendisidir; Kur’an…

Çünkü; Kur’an okuyan insanlar; okumadan önce hayata baktıkları pencerelerin yetersizliğini fark ederler…

Bol tövbeli günler yaşayalım…

Bilginin yani Kur’an’ın cahili kölelikten kurtaracağı günlere selam olsun…