Otobüse biniyorsunuz, yaşlılar, engelliler ayakta ve gençler oturuyor,

Telefonlarına gömülmüş sohbetteler…

Kimisi elinde kültürlü bir genç gibi kitap okur havalarda…

Ayakta kalan yaşlının kızmaya hakkı yok, belli ki gençler farkında değil.

Ayakta kalan engellinin kızma hakkı yok, belli ki gençler farkında değil…

Biz ve ebeveynlerimiz, evlatlarımızı böyle yetiştirdik…

Mayalayamadık hamuru…

İnsan yetiştirdiği çınarı ister ise; “Bonzai” yapar, isterse ulu bir çınar…

Farkındalıklı bir gençlik için, “tahta çanaklar” hikâyesini anlat malıydık…

Ömer Seyfettin kitapları hediye etmeliydik…

Biz aile kelimesini unutturacak, yaşlıyı, hastayı saymayacak, sevmeyecek her şeyle donattık çocuklarımızı. Onları yarış atları gibi yetiştirdik.

Biz “huzur evleri” inşaa ettik her yere…

Ne mutlu bize, bir sürü modern huzur evimiz oldu…

Huzur evi anlam itibarıyla ne kadar güzel…

Huzurla yaşanacak bir ev…

Oysa içi soğuk, acılar dolu, anılarla ve gözyaşlarıyla yaşanan ev…

Çocuklar şimdilerde bizden bir adım ileride; akıllı telefonlar, tabletler, bilgisayarlar…

Kızgın, sinirli, duygusuz, öfkeli, yalnız ve doyumsuz bir gençlik…

Anne ve babası tarafından “eti senin kemiği benim” diye hocasına teslim edilmeyen bir gençlik… Hocasını yüz metreden görünce saygılı tavra bürünmeyen bir gençlik. Hocası kızdı diye mahkemeye koşan gençlik ve ailesi…

Kızmayın beyler, bayanlar; “rüzgâr eken” hasat olarak bugünü biçiyor…

Soğuk kış gecelerinde dinlediğiniz masalları anlatan dedeler, nineler yoksa; onları dinleyen çocuklar da yok. Ürün de bu sonuçta…

Ayakta kalan yaşlının kızmaya hakkı yok…

Ayakta ki yaşlının emeği ile hiç oturmadan genç yaşamayı hak ettik…

Gençliğimizde yetiştirdiğimiz fidanlarla ayakta kalmayı hak ettik…

Yaşasın TV, bilgisayar, akıllı telefon, tablet. Yaşasın gençliği bizden alan teknoloji !?...