Kadın “Ben sizin zannınız üzereyim” den yola çıkarak tam bir teslimiyet ile dua etti. En azından böyle anlatıyordu; hikayesini…

Erkek de aynı şekilde teslimiyet ile nasıl Rabbine iltica etmeye gayret ettiğini düşündü; o an…

Kadın: “Sen çok iyi bir insansın. Benim dualarımın karşılığısın” dedi.

Erkek “ne kadar benziyor her şey, ikimizde aynı olayları yaşamışız ve dualarımız bile aynıymış” diye düşünürken, ekledi; “Ben eşimle hac görevimi birlikte yapmaya dua ettim” dedi.

Kadın; “Ne kadar harika, ben de” dedi.

Ne kadar muhteşem tevafuk idi her şey…

 

Konuşulanlar ne idi acaba?…

Kadın bir girdabın göbeğine çekilen nesne gibi; girdabın merkezine gidip gelmekteydi…

Adam her gidişte; hayat arkadaşıyla ilgili kaygılarla boğuluyordu.

Kadın; her döndüğünde erkeğinde huzur buluyordu.

Hatta bir defasında; “iyi ki boşanmışız diyeceğim eski eşime, yoksa bu insanı tanıyamazdım diyeceğim” diyordu.

Gözleri sırılsıklam,

Gözleri çırılçıplak gibiydi,

Samimiyet dolu ses tonuyla, gerçekler karşısında…

Ama nasıl bir baskı altında olabilirdi ki; insan? Tekrar uzaklaşsın….

Bazen insan der ki; “Ben sevdiklerimi elimle başkalarına eş ettim. Evlendirdim. O kadar sevdim….”

Oysa; “gönlünü, ruhunu ve beynini böyle kandırmışsın yıllarca” demek gerekir…

 

Seven; ölesiye sever…

Seven; vazgeçmiş ise; ölümden önceki son dönemeci dönmeye hazırdır…

Sevdiğiniz halde evlendirmişseniz; zaten vazgeçecek kadar yakın, yani uzakmışsınız…

Sevdiğiniz siz varken; başkasına eş olmuşsa; sizi kullanmış ama hayatına almaya değer bulmamış, kendisine ve ailesine yakıştıramamıştır…

Siz yıllarca; kaybettikleriniz için avunmuş ve hatta bazen; kendinizi kullandırtmaya devam etmişsinizdir…

Siz dua etmeyip yalan söylemiş ya da dua edip; dualarınızın karşılığını bulunca; sahip çıkamayacak kadar yüreksiz yaşamışsınız…

Her şeyin yalan ve söyleyenin yalancı olduğu bir yerde; ibadet sadece spor olur…

Yazık ettiğiniz hayatlar; bir gün olur, sorulur…

Allah mutlaka sorar, hem de en zor sorularla…

Helalliği kul da olan sorularla…

 

İnsanlar ve kaderleriyle oynamak; kulların haddi olamaz…

Olduğunda; bu bir imtihandır ve sonu nereye varır biz bilemeyiz…

Rab; sizin oyuncağınız olan insanlar yaratacak olsaydı; “Hiç kimse kimseye tuzak kurmasın! En büyük tuzakçı benim ! Tuzakçıları gırtlağından yakalarım!” tehdidini Kur’an da buyurmazdı…

 

Hz. Eyüp değil miydi yıllarca tahtında ceset gibi yatan, sonra ayağa kalkan…

Hz Yusuf değil miydi kör kuyuya atılıp, sonra Sarayda yaşatılan….

Hz. Yunus değil miydi önce Balığın karnına konulup, sonra sahile bırakılan…

Hz. Muhammet SAV değil miydi, bir örümcek ağı ve bir güvercinin varlığına emanet edilen; korunan…

 

Kalpleri evirip çeviren Yüce Rabbimiz değil mi?

Kalplere sevgiyi yerleştiren Yüce Rabbimiz değil mi?

Duha ve İnşirah ile gelenlere selam olsun…

Her şeyi Allah Rızası için yapmak ya da dini ve ayetleri keyfiyete göre yorumlamak…

Ayağa gönderilen ve dualarınızın karşılığı olan insanlara, Rablerinin hediyelerine kıymet verenlere; Selam olsun…

Selamün gavlen min Rabbin rahim…

İnsanlara hak etmediklerini yaşatmayalım…

Ola ki; sevdiklerimizle imtihan oluruz…

Kabedeki dostlara selam olsun, dostları Kabeye gönderene hamd olsun.

Gönderip de bahanesiyle aratana hamd olsun.

Mutlak bir sebep vardır; her yaşanan an için…