Dün günlerden Pazardı...

 

Aylardan Mayıs, Takvim de ise 15'i gösteriyordu...

 

Yüreğimde derin bir sızı, gözlerimde nem...

 

Kaybettiğim oğlum Umut'umun 6'ıncı ölüm yıldönümüydü...

 

Koskoca 6 yıl...

 

Daha 7 yaşındaydı...

 

Yaşasa şu an 13 yaşında olacaktı...

 

Doğum kadar gerçektir ölüm. İnsan, hayvan, bitki fark etmez; doğar, büyür ve ölürler. Mukadderdir.

 

Bitkilerin ölümü sessiz sedasızdır. Hatta kimi zaman “ağaçlar ayakta ölürler” kabilinden imrenilesidir.

 

Hayvanın ölümü biraz daha farklıdır. İçgüdülerinin doğrultusunda tepki verir.

 

Ağzı dili olmayanlar güruhunun acısı bu şekilde ortaya çıkar da, yüreği dağlanan âdemoğlunun acısı nice olur?

 

Dağa taşa mı haykırır?

 

Başını duvarlara mı vurur?

 

Sinesini mi yumruklar?

 

Kendini Mecnunvâri çöllere mi atar?

 

Yoksa içine kapanıp tortop mu olur, kabuk mu bağlar?

 

Evet, insanoğlunun acısı, illa da evlât acısıysa düştüğü yeri yakıp kavurur; dile vurur, yüreğe vurur. Ağıt olur, mersiye olur, türkü olur, mani olur, roman olur, hikâye olur. Dilden dile, kuşaktan kuşağa nakledilir. Ölüm acı şeydir de evlâdın sızısı ömür boyu çıkmaz. Küllendikçe deşilir, deşildikçe tütmeye, yakmaya devam eder. Asla sönmez.

 

“Allah böyle acıyı düşmanımın başına vermesin. Allah evlat acısı göstermesin” yollu sözler duyulur içine kor düşmüşlerin dilinden. “Allah sabır versin, sabrınızı artırsın, geride kalanların ömrü uzun olsun” türünden teselli sözleriyle yanan yüreklere derman olmaya, acıyı paylaşmaya çalışır çevredekiler. Bağırlar yırtılsa da, yürekler için için kanasa da yıllar yıllara ulanmakta gecikmez.

 

“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...

 

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?...”

 

Demişse de Şairler Sultanı Kısakürek, kimi amansız durumlarda “Allah iki iyiliğin birisini versin” denilerek Azrail yolu gözlense de, ölüm derinden sarsar insanı. Hele de bu kişi eli kalem tutan, dili kelam eden biriyse, kalem çıraya, kelam köze dönüşür.

 

Oğlunu kaybetmiş yüreği kor ateşi ile yanan bir baba olarak,  6 yıl önce başsağlığı dileyenlere şöyle demiştim:

 

'Elimize doğan çocuğu, elimizle toprağa veriyoruz!'

 

Verdik!

 

Dilimize takılmış bir laf var:

 

'Acıyı veren, sabrı da verir.'

 

Doğum gibi ölüm de olacak. Hep olacak. Ezelden ebede sürüp gidecek.

 

Eskilerin deyimiyle “Allah sıralı ölüm versin” diyerek, hayatta olan ediplere sabır temenni edip, hakka kavuşmuş olanlara da, yitirdiklerine de rahmet dileyerek anmış olalım evlat acısı tatmış babaları, anneleri, şairleri, yazarları…

 

Beş evlâdından dördünü yitiren ve “çocuğunu kaybeden Anne için her gün ilk gündür; bu ıstırap ihtiyarlamaz” diyen Victor Hugo, belki de bu cümleyle o sınırsız acıyı özetlemeye çalışmıştır.

 

Oğlumdan ayrı koskoca 6 yıl, bir solukta geçiverdi...

 

Victor Hugo'nun dediği gibi Annesi ve benim içimizdeki o ızdırap hiç bir zaman ihtiyarlamadı, hafiflemedi...

 

Oğlum ile anılarım hala taptaze...

 

Bazen rüyalarımda, bazen ufka dalan gözlerimin önünde...

 

Bazen resimlerine, videolarına bakıp gözlerimde birikmiş yaşlarımı silerken...

 

Dudaklarımdan hep aynı kelimeler dökülüveriyor...

 

Toprağında incinmeyesin oğlum Umut'um...

 

Oğlum Umut'uma yazdığım bir şiir...

 

Benim oğlum daha yedisindeydi.

Elleri tomurcuk kendi çiçekti.

Bir gülüşü vardı ömre bedeldi.

Uyan oğlum uyan Kalk baban geldi.

 

**

 

Bir baş ağrısıyla vardık doktora.

Ölüsünü verdiler kucağıma.

Kefene sarıpta verdim toprağa.

Uyan oğlum uyan kalk baban geldi...