YIL 1984...
Aylardan şubat...
Rahmetli Nenem: (Hadi oğlum kıyafetini değiş, traş ol, bir misafirliğe gideceğiz) dediğinde, bir kıza görücü olarak bakmaya gideceğimizi anlamıştım...

*

Ve şöyle cevap vermiştim:
Beni beğenen böyle beğensin. Ya böyle gideriz, ya da bensiz gidersiniz...

*

(İnat damarın batsın emi) demişti nenem...
Ve eklemişti:
(Düş önüme)

*

Hava soğuk mu soğuk, Şubat ayının soğuğu buz kesiyor...
Anam, Nenem ve ben, düşmüştük yayan yola...
Rahmetli teyzem (Zahide Hoca) evine gelmiş, onu da alıp gidecektik...
Anlayacağınız üçlü çete, planı günler öncesinden kurmuşlar...

*

Her neyse vardık kız evinin kapısına...
Zili çaldık...
Kapı açıldı...
En önde rahmetli teyzem, anam, nenem, arka arkaya girdiler...
Ben en arkalarındayım...
Bahçeden eve doğru yürürken...
Teyzem, "Emmi kızı, sarımsak var mı sarımsak?" diye seslendi...
Kayınvalide hazırlıklı, kumpas ve plan yapılmış ya!..
"Gelin emmi kızı, hoşgeldiniz" dedi...

*

Odaya bir girdik, soba nasıl yanıyor. Kayınbaba ve 4 kayınço odada...
İçimde; eyvah bunların yanında kıza bakmak biraz zor olacak diye içimden geçirdim ve sobanın arkasına geçip oturdum...

Hoş beş faslından sonra, kapı açıldı...

Elinde kahve tepsisi, giyinmiş, saçlar lüle lüle taranmış, hafif bir makyaj, tepsiyi bana uzatırken göz göze geldik...

Ben fincanı alırken tepsideki fincanların şıngırtısı odada yankılanıyordu...

*

Kahveyi içtim ve boşları almak için tekrar odaya gelen sevgili eşime fincanı verirken hususi elimi eline değdirmiştim...

Hınzırlık ya!..

Tekrar o an göz göze gelirken "elinize sağlık" demiştim...

*

Bu arada soba nasıl yanıyor, terlemeye başlamıştım...

*

Teyzem ayağımı çimdikleyip usulca, "ne diyon oğlum" demişti...

Bir yanda sobanın sıcaklığı, bir yanda elektrik aldığımdan olsa gerek...

"Tamam teyze" demiştim...

"Hadi o zaman senin burada işin bitti. Müsaade iste git" demesi ile ayağa kalkmış, bir an önce dışarı çıkmak istemiştim...

*

Sevgili Eşim;

Dışarda ayakkabımı giyerken, sonradan öğrendiğime göre yan odanın penceresinden beni gözetlemiş ve incelemiş...

*

E bulmuş yakışıklıyı kaçırır mı?

*

Ertesi günün akşamı kız evinden, destan gibi bir liste geldi...

200 kg yün vs.vs...

15 gün sonraya nişan tarihi...

Ve 5 ay sonraya düğün tarihi...

Rahmetli babam o aralar Kayseri cezaevinde, tahliyesine 1.5 sene var...

Ben; babam tahliye olmadan düğün yapmam diyorum...

Durumu rahmetli babama ziyaretime gittiğimde söyledim.

Bana aynen şöyle demişti.

"Oğlum seni bu yaşa kadar nenen büyüttü. O ne diyorsa tutacaksın. Ben izin veriyorum"

*

Ve Temmuz ayının 15'inde düğünümüz oldu...

*

Bir yanda rahmetli babamın tahliye gününün yaklaşmasının heyecanı, bir yanda sevgili eşimin doğum yapacak olması, evimizde ayrı heyecan kasırgası estiriyordu...

13 Nisan 1985 rahmetli Babam tahliye olmuş onu alıp Maraş'a getirmiştim...

Ve 20 Nisan, oğlum dünyaya gelmiş, adını vurması ve kulağına ezan okuması için babamın kucağına vermiştim...

Ben babamın adını vurmak istiyordum...

Ancak rahmetli itiraz etmiş; "Ben kara günlüyüm. Benim adımı vurmayın" demişti...

Böylece oğlumun adını Serkan koymuştuk...

*

Birbiri ardına evlatlarımız dünyaya geldi...

Serkan'dan sonra Serap, sonra Sevilay, sonra Melike ve Şerife Nur...

Serkan'ıma bir erkek kardeş son numarada bulduk...

Umut Berkay...

Mutluyduk...

Umut oğlum 7 yaşına gelmişti...

Bir baş ağrısıyla hastaneye yatırdık...

Tam 30 gün yatmış, ameliyata alındıktan sonra hastane enfeksiyonu kapması nedeniyle 15 Mayıs 2010 tarihinde kaybettik...

*

Allah kimseye ciğer acısı göstermesin...

Videoları ve fotoğrafları ile avunmaya başladık...

*

Yıllar geçtikçe içimizdeki ateş kor gibi yakıyordu...

Her akşam onu çok özlediğimizi birbirimize söylüyor, şimdi olsaydı şöyle yapardı diyerek avunuyorduk...

Şükürler olsun ki hem oğlum Serkan, hem kızlarım Serap, Sevilay ve Melike evlatlarına kardeşlerinin adını koymuşlardı...

Hele Melikemin oğlu Umutcan, konuşmaya başladığında Anneannesine "Anina" diyordu...

Aklımızdan oluyorduk...

Her eve geldiklerinde kapıyı açarak "Anina bak oğlun geldi" diyor, sevgili eşim merdivenin başına oturarak "Gel kurban olduğum, bir öpücük ver" diyordu...

Hele ikinci oğlu Mustafa Aybars...

Onu gördüğünde kucağına atlar, yanağına ağzını dayar aninasını öper öperdi...

*

Şimdi Anina yok...

Onu 6 Şubat depremi, aramızdan aldı...

Rahmetli, hemen hemen her gün oğlumuz Umut'u çok özlediğini söyler, ben de onun bizi beklediğini söylerdim...

*

Ne kadermiş bu...

Yine aylardan Şubat...

*

Onu Şubat ayında görmüş, gönlüme ateş düşürmüştü...

Şimdi ise bir başka Şubat ayında yüreğimdeki sevda ateşi yerine özlem ateşini yaktı...

Her geçen gün harlanan özlem ateşi...

Duyar mı sesimi bilemiyorum ama buradan sesleniyorum:

Neyleyim sensiz bu hayatı...

Neyleyim sensiz bu cihanı...

İlk bayramında bile mezarına gidemedim...

Çocuklarla selam söyledim...

Uzaklardan Fatiha'nı okudum.

Kurtaramadım seni sevgili Karım...

Affet beni...

Mekanın cennet olsun...

Bekle elbet bir gün kavuşacağız.