Meral Akşener'in açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde;
 
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler ve kıymetli basın mensupları;

Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

Sözlerimin başında, Balıkesir’imiz için büyük önemi olan, bir konuya değinmek istiyorum.

Türk Ocaklarımız, Balıkesir için, İstiklal Madalyası başvurusu yapmıştı.

Ben de, kurtuluş mücadelesi zaferimizin, 100’üncü yılında;

İstiklal Madalyası’nın, Balıkesir'e çok yakışacağını düşünüyorum.

Bu vesileyle, atılan bu güzel adıma, İYİ Parti olarak desteğimizi ifade ediyor,

yetkilileri, gerekli adımları atmaya davet ediyorum.

Aziz milletim;

Bay Kriz’in, konuşmaya doyamadığı bir haftayı daha, geride bıraktık.

Biliyorsunuz kendisi, beceriksizliklerinin üstünü örtmek için,

sürekli olarak konuyu, geçmişe getirip, dikkat dağıtır, gündem saptırır.

Ama bu sefer, farklı bir şey oldu.

Enflasyon, son 20 yılın zirvesini gördü.

“Faiz sebep, enflasyon sonuç” teorisi, elinde patladı.

“Türkiye Ekonomi Modeli” dedikleri, sözüm ona model de, tüm bunların üzerine tüy dikti.

Hal böyle olunca da,

Bay Kriz’in, hisseli harikalar kumpanyasına, artık inanan kalmadı.

İşte o nedenle de, baktı olmuyor, artık dikkati geleceğe çevirmeye başladı.

2023’e 8 ay kalmış, ama bu arkadaş,

20 yılda yapamadıklarını, 8 ayda yapacaklarını, iddia etmeye başladı.

Yetmedi;

2053’ten bahsetti.

Yetmedi;

2071’den bahsetti.

Yakında kahve falı da bakmaya başlarsa, şaşırmayın.

Milletimiz bugün, taneyle domates alıyor;

Bay Kriz, “2053’te lojistiğimiz harika olacak” diyor.

Milletimiz bugün, arabasına mazot alamıyor;

Bay Kriz, “2053’te ulaştırma muhteşem olacak.” diyor.

Milletimiz bugün, temel gıda maddelerine bile erişemiyor;

Bay Kriz, “2071 olağanüstü olacak” diyor.

Şu ciddiyetsizliğe bakar mısınız?

Muhterem;

Yahu bugün ne olacak?

Yarın ne olacak?

Masal anlatmayı bırak, biraz da ondan bahset!

Eğer, Türkiye’ye dair bir vizyon ortaya koymak istiyorsan;

ilk önce, bugünün sorunlarını çöz.

Biz o sözleri, bundan 11 yıl önce de dinledik.

“Büyük Türkiye, Büyük Güç, Hedef 2023’tü” değil mi?...

Hey gidi hey…

2023 için, neler vadediyordun, neler…

Mesela;

Kişi başına düşen milli gelirimiz, 25 bin dolar olacaktı.

Mesela;

İhracatımız, 500 milyar dolara,

dış ticaret hacmimiz de, 1 trilyon dolara ulaşacaktı.

Mesela;

İşsizlik oranı yüzde 5'lere düşecekti.

Mesela;

Edirne'den Kars'a, İzmir'den Diyarbakır'a, Trabzon'dan Adana'ya, Urfa'dan Antalya'ya,

yüksek Hızlı tren hatları inşa edilmiş olacaktı.

Mesela;

GAP, DAP, KOP gibi, bölgesel projeleri tamamlanmış olacaktı.

Türkiye, dünyanın tahıl ambarına, tarım merkezine dönüşecekti.

Mesela;

Türkiye, bölgenin en ileri demokrasisi olacaktı.

Mesela;

Özgürlükler, daha ileri standartlara kavuşacaktı.

Katılımcı, özgürlükçü, yeni bir anayasa olacaktı.

Peki sonunda ne oldu?

2023 hedeflerin, yalan oldu.

Gerçi şimdi haksızlık etmeyeyim…

Bay Kriz, bu vaatlerinden birini yaptı.

“Anayasayı değiştireceğim.” demişti.

El-hak değiştirdi.

Kendini başkan, bu ucube sistemi de, Türkiye’nin başına bela etti.

Bu arada;

2023 hedeflerini tutturamadı ama;

Mesela;

“Saray yapacağım.” dememişti.

Ama onu gerçekleştirdi.

Mesela;

“Millet çile çekerken, ben 500 milyon dolarlık uçakla gezeceğim.” dememişti.

Hamdolsun, onu da gerçekleştirdi.

Ama artık milletimiz, bu masalları yemiyor!

Memleketin durumundan bihaber olanları, artık ciddiye almıyor!

Danışmanlarının elinde oyuncak olan,

bir gün söylediği, ertesi günü tutmayanlara, artık kimse inanmıyor!

2023’e 8 ay kala, bugünün Türkiye’sinde;

Milletimiz, ekmek ve yağ kuyruğunda bekliyor.

Domatesi biberi, taneyle alıyor.

Evinde, battaniyeye sarılarak oturuyor.

“Tahıl ambarı yapacağız.” dedikleri Türkiye, buğday ithal ettiği için;

belediyeler vatandaşa, ekmek karnesi dağıtıyor;

iktidarın küçük ortağı, askıda ekmek stantları açıyor.

“Lojistik üssü olacak.” dedikleri Türkiye’nin, nakliyecileri,

yabancı sınır kapılarında, haftalarca bekliyor.

Katılımcı ve özgürlükçü anayasa vadettikleri Türkiye’de bugün;

çeteler sokaklarda siyasetçileri, gazetecileri dövüyor,

gece yarısı, ev basıyor.

Yandaş olmayan basına, para cezaları,

iktidarı eleştiren gazetecilere, tweet atan 20 yaşındaki gençlere,

hapishane yolları gösteriliyor.

Sayın Erdoğan;

Biz senin bu masallarını, çok dinledik.

Ama artık anladık ki;

sen bütün bunları, Türkiye için bir vizyon olarak değil;

iktidarını ayakta tutmak için söylemişsin.

Bu ucube sistemi, başımıza bela etmek için,

milletine düpedüz, yalan söylemişsin.

Artık yeter.

Milletçe artık bu masallardan, bıktık usandık.

Madem hâlâ, anlatacak masalların, hayali hedeflerin, yalandan da bir vizyonun var;

o zaman, hodri meydan!

Getir sandığı, kararı milletimiz versin.

Hedef nasıl olurmuş, vizyon nasıl olurmuş, sana sandıkta öğretelim.

Aziz milletim;

Bay kriz ve liyakatsiz kadrolarının aklı, başka türlü çalışıyor.

Bakın geçenlerde, Afrika ülkesi Zambiya’yla, bir anlaşma imzaladılar.

İmzaladıkları anlaşmada diyor ki;

“Gemilerle, karşılıklı liman ziyareti yapılması.”

Yani Türk gemileri ve Zambiya gemileri, karşılıklı limanları ziyaret edecek.

Ne güzel.

Güzel olmasına güzel de, ortada küçük bir sorun var;

Zambiya’da liman yok.

Çünkü Zambiya’da, deniz yok.

Viktorya Şelaleleri’ni deniz zanneden, üstün bir coğrafya bilgisiyle, karşı karşıyayız.

Bu vesileyle buradan, Sayın Erdoğan ve liyakat abidesi arkadaşlarına,

bir çağrıda bulunmak istiyorum:

Hani Damat Bakan, uzaya dört şeritli yol yapacaktı ya…

Hazır eliniz değmişken, aradan Zambiya’ya da bir deniz çıkarıverin.

Anlaşmanın ayakları, havada kalmasın.

Siz, karasal coğrafyalara, deniz getirmeyi seversiniz.

Ne de olsa, daha önce, “Ankara’ya deniz getireceğim.” diyen de yine sizinkilerdi.

Bir zahmet el atın da, Zambiya da hasretle beklediği denize sonunda kavuşsun.

Yazıktır.

Değerli dava arkadaşlarım;

Rodos’a 40 bin asker yığıp, gözünü İzmir’imize diken, faşist Mussolini’nin, küstah elçisi,

Gazi’yi ziyaret eder.

Elçi görevlilere, “İzmir’i alarak, Asya’ya ayak basmaktan” bahseden Mussolini’nin, mesajını aktarır.

Gazi, “Söyleyin, yarın sabah gelsin, cevabımı vereyim.” der.

Ertesi sabah Atatürk, kabul salonuna, Mareşal üniforması ve çizmeleriyle girer.

Bunu gören elçinin, nutku tutulur.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, elçiye şöyle seslenir;

“Söyle o koca herife;

O, 40 bin askerle, İzmir’i alamaz.

Ama ben, 4 bin askerimle, Roma'ya girerim.”

Sonra ne olur biliyor musunuz?

Mussolini açıklamasını yeniler ve der ki;

“Ben Asya’ya ayak basmaktan bahsettim.

Türkiye Avrupalıdır.”

İşte devlet yönetmek, bu kadar ciddi bir iştir.

Türk Devleti’ni yönetmek;

çiftçinin derdini, gözünün içine bakarak dinlemektir.

Köylüyü efendi görmektir.

Kadınlara hürmettir.

Çocukların yanında eğilmek,

ama hadsizin karşısında da, dimdik durmaktır.

Biz Atamızdan böyle gördük.

Biz şanlı tarihimizden böyle bildik.

Ama Ak Parti iktidarının kafası, öyle bir kafa ki;

başkaları tak diye emrediyor, bunlar şak diye yerine getiriyor.

İhracatla büyüyeceğiz, zengin olacağız diyorlardı,

meğerse, dava ihraç edeceklermiş…

Trump emrettiğinde, rahibi nasıl ihraç ettilerse,

Suudi prens emredince de, Kaşıkçı davasını, jet hızıyla ihraç ettiler.

Geçen hafta katıldığım bir televizyon programında sormuştum.

Buradan bir kez daha soruyorum:

Bay Kriz;

Kaşıkçı davasını, kaça sattınız?

Türkiye sınırlarında işlenmiş, bir cinayetin davasını,

yani devletin egemenlik hakkını, kaça devrettiniz?

Geçmişini bilmeyen, bugünü de, yarını da koruyamaz.

Tarihinden feyz alamayan, icap ettiğinde dik duramaz.

Dünyada para bolken, 20 yıl iktidar oldular, ama bir türlü devlet insanı olamadılar.

Sorumluluk almak yerine,

beceriksizliklerini, faiz lobilerine, üst akıllara, dış güçlere havale ettiler.

Orayı kurutunca, bu defa da, vatandaşa sardılar.

Kendilerinden başka, herkes suçlu oldu.

Muhalefetinden, gazetecisine,

Öğrencisinden, öğretmenine,

Esnafından, işçisine,

Memurundan, emeklisine herkes;

terörist oldu, hain oldu, nankör oldu.

Herkes mutlaka suçlu oldu, ama Ak Parti, hep ak kaşık kaldı.

20 yılın sonunda, bugün geldiğimiz noktada ise;

Tutunacak dalları, üfürecek bahaneleri, suçlayacak kimseleri kalmadı.

Buradan bir kez daha hatırlatıyorum;

İlk sandıkta, kim suçlu, kim suçsuz göreceğiz.

Sandık gelecek, milletimizin çelikten iradesi,

Türkiye’nin düşürüldüğü durumun faturasını, gerçek sorumlusuna kesecek.

Hiç kimse merak etmesin.

Türk devleti de, Türk milleti de, çaresiz değildir.

Türkiye, bu ciddiyetsizliğe, bu utanmazlığa mahkûm hiç değildir.

Bu memleketin liyakatli kadroları, fedakâr evlatları var.

Bu milletin İYİ Parti’si var.

Biz varız, biz hazırız.

Ve Allah’ın izniyle Ak Parti’nin neden olduğu enkazı, mutlaka kaldıracağız.

Aziz milletim;

Ak Parti iktidarının 20 yıllık eseri olan;

her geçen gün, daha da derinleşen yoksulluğa,

kronikleşen umutsuzluğa, ve öğrenilmiş çaresizliğe,

memleketimizin her yanında, şahit olmaya devam ediyoruz...

Geçtiğimiz hafta, arkadaşlarımızla birlikte, Bursa’daydık.

Bursalı esnafımız da, üreticimiz de, sanayicimiz de,

emeklimiz de, kadınlar da, maalesef aynı dertlerden müzdarip…

Siftahsız geçen günler, Yenişehir’de,

25 yıllık dükkânların, kepenk kapatmasına sebep olmuş.

Mesela, Yenişehirli bir çiftçimiz diyor ki;

“Yenişehir 50 bin nüfus;

bu dükkân gibi, 50 tane dükkân kapalı.

Bu dükkân, bu memleketin en eski peynircisiydi.

Günah bu insanlara…

Bize 1 ton suyu, 500 liraya satıyorlar.

Ben her gün, 2 ton su kullanıyorum.

Günde 1.000 lira su parası veriyorum.

Yazın 5 ay, her gün veriyorum.

150 bin lira.

Ben nereden, ne ekeceğim?

Ne para kazanacağım?

Bizi Amerikan şirketlerine, mısır firmalarına, esir ettiler burada.”

Mesela İnegöl’de, saat 3 buçukta ancak siftah yapabilmiş, bir esnafımız diyor ki;

“Zor bir süreçten geçiyoruz.

Sattığımızı yerine koyamıyoruz.”

Mesela, aktar dükkanı işleten, bir kadın esnafımız diyor ki;

“Kilogram ile alan müşterilerimiz, tane ile almaya başladı.

Sadece baharat alabiliyorlar.

O da kekik, nane…

Yumurta bile alamayan müşterilerim var.”

Mesela, bir başka esnaf kardeşim diyor ki;

“İşler iyi demek isterdik, ama işler kötü.

Geçen sene 1 liraya sattığımız ufak çikolatalar bile, şu anda 2 buçuk lira oldu.

Bu değişim, 7 ayda oldu.

Cevizin kilosu, 120 lira.

O da, ithal olmayan.

Yani üreticiden aldığım ceviz.”

Mesela, emekli bir öğretmen kardeşim diyor ki;

“Biz çocuklarımıza şunu anlatırdık:

‘Türkiye kendi kendine yeten bir tarım ülkesidir.’

Şimdi öğrencilerim gelip;

‘Hocam siz bize, bu şekilde öğrettiniz, şimdi neden bu durumdayız?’ diyorlar.”

Sence ne desin Sayın Erdoğan?

Söyle hadi, Bay Kriz…

Bu öğretmenimiz, öğrencilerine ne desin?

Aziz milletim;

Gençlerimizin durumu da, esnafın durumundan iyi değil.

Bugün ülkemizde gençler;

Kendilerine dair, acı bir değersizlik hissiyle,

Yarına dair, derin bir öngörememe hâliyle,

Ülkemize dair, korkunç bir umutsuzluk iklimiyle, mücadele ediyorlar.

Yurt dışındaki yaşıtlarıyla, eşit koşullarda başlayamadıkları hayat parkurunda;

Gösterdikleri çaba da, özveri de, emekleri de yok sayılıyor.

Yok sayılmamak için yürüttükleri mücadelede ise;

destek beklerken, köstekle,

yardım beklerken, engelle,

empati beklerken, nobranlıkla,

sevgi beklerken, nefretle karşılaşıyorlar.

Daha, onların gerçeklerinden bile haberdar olmayanların,

bayat tavsiyelerini, bitmeyen nasihatlerini dinliyorlar.

Ama dertleri, endişeleri dinlenmiyor.

Fikirleri, çözüm önerileri önemsenmiyor.

Herkesin kürsülerden, onlar hakkında, atıp tutmaya bayıldığı bir ortamda;

Mikrofon bir türlü, onların eline geçmiyor.

İşte, tam da bu nedenle;

bu anlayışa, “dur” demek için,

gençlerin sesini kısan buyurganlığa, son vermek için,

“Bol nasihat, sıfır icraat” devrini bitirmek için,

“Gençler için, gençlerle beraber” diyerek, genç arkadaşlarımızla buluşuyoruz.

Ancak alışılmışın aksine;

Soruları onlar değil, ben soruyorum.

Onlar konuşuyor, ben dinliyorum.

Onlar anlatıyor, ben öğreniyorum.

Söyledikleri doğrultusunda;

hem biz, İYİ Parti olarak, çözümlerimizi hazırlıyoruz,

hem de, Yüce Meclisimizin kürsüsünden, onların sesini duyuruyoruz.

Nitekim geçtiğimiz Cuma günü de,

tersine mentorluk oturumlarımızın, üçüncüsünü gerçekleştirdik.

Gençleri dinlemeye, tenezzül etmeyenleri,

onları, parmak sallayarak yönetmeye çalışanları,

ve başka coğrafyalarda, gelecek hayali kurmaya mecbur bırakanları, şimdiden uyarıyorum;

Daha çok canınız sıkılacak, daha çok köpürecek, daha çok gıcık olacaksınız.

Ama isteseniz de istemeseniz de, artık susacaksınız!

İsteseniz de istemeseniz de, gençlerin sesini duyacaksınız!

İsteseniz de istemeseniz de, artık onların fikirlerini, taleplerini dinleyeceksiniz!

Hiç merak etmeyin;

Ben de büyük bir zevkle, sizi yola getireceğim.

Buyurun bakalım, gençler ne diyormuş…

23 yaşında, öğrenci bir oğlumuz diyor ki;

“X ülkesinde okuyan bir öğrenci, 50 ülke gezebiliyorken;

ben 81 vilayeti gezemiyorum.

5 yıl sonra nerede olacağımı değil de;

5 yıl sonraya, nasıl varacağımı düşünüyorum.

Atatürk’ün; “Benim bütün ümidim gençlikte” dediği gençliğin, ümidi kalmamış durumda.

Biz Türkiye’de, Türk olmaktan gurur duyan;

ama Türkiye’de yaşamaktan, yorulmuş bir gençlik hâline geldik.”

24 yaşında, yazılım mühendisi bir gencimiz diyor ki;

“Bu hükûmet, Türk gençliğine bir gençlik borçlu.

Çünkü hiçbir genç, burada hayallerine kavuşamadı, amaçlarına ulaşamadı.

1 adım atmaya çalışırken, hükûmet 2 adım geri aldı.

Türkiye’de öğrenci olmak, gerçekten Survivor gibi.

Her gün hayatta kalmaya çalışıyorsun, inanılmaz sorunların var.

Ama üstüne her gün, komedi gibi açıklamalar dinliyorsun.

“Gençler, eğer imkânı varsa, yurt dışına çıkmalı, yurt dışını görmeli.” diyorlar.

Yani böyle bir ekonomik durumda, böyle bir açıklama, çok absürt.

Bence şu an, bir Türk gencinin, yurt dışına en yakın olduğu nokta;

havalimanındaki dış hatlar yazısının, önünde çekileceği fotoğraf.

Yani en fazla oraya gidebilir bir Türk genci.”

Buna bir cevabın var mı, Bay Kriz?

Sağlıklı yaşam koçluğuna soyunduğun gençlerin, durumundan memnun musun?

Bu gencimize, aromalı kahve ve tropik seyahatler dışında, bir tavsiyen var mı?

Yazıklar olsun.

23 yaşında, hem okuyup hem çalışan bir gencimiz, diyor ki;

“Biz ailede özne olamıyoruz, üniversitede özne olamıyoruz,

siyasette de özne olamıyoruz.

Benim çevremde, çok fazla arkadaşım, kendini değersiz hissediyor.

Herkes, “geleceğimiz sizsiniz” diyor.

Ama konuşmaya gelince, “sen sus” oluyor.

Karar alıcısı olmadığımız bir masada alınan kararların, altında eziliyoruz.”

19 yaşındaki, Gaziantepli öğrenci bir gencimiz diyor ki;

“İstanbul’da yurtta kalıyorum.

Yoğun kar yağıp tatil olunca, bir arkadaşımın;

“Oh, bir hafta dışarı çıkıp, para harcamayacağız.

Paramız cebimizde kalacak.” dediğini duydum.

Bu çok içler acısı bir durum.

Benim önüme bakmam için; önce karnımdan kafamı kaldırmam gerekiyor.”

Bakın, bu çok acı bir cümle.

Danışmanlarını, sarayda 5-10 maaşla besleyenler;

genel müdürlerine, 11 maaş verenler;

“İtibardan tasarruf olmaz.” diye, 13 uçakla gezenler;

Oturduğu yerden, gençlere nasihat çekenler;

Bugün, Türkiye’de bir genç,

“Önüme bakmam için, önce karnımdan kafamı kaldırmam gerekiyor.” diyor.

Duyuyor musunuz?

Atatürk’ümüzün, tüm ümidini bağladığı Türk gençliği,

Bugün, ümitsizlikle, umutsuzlukla ve karamsarlıkla boğuşuyor.

Duyuyor musunuz?

Gün geçtikçe vasatlaşan, bu ucube sistemin içerisinde;

Gençler sizden, çaldığınız gençliklerini istiyor.

Duyuyor musunuz?

Sevgili gençler;

Onlar duymasa da, biz duyuyoruz.

Onlar dinlemese de, biz dinliyoruz.

Onlar umursamasa da, biz önemsiyoruz.

İktidarın yürüttüğü kutuplaştırma siyaseti;

sizlerin üzerinde işlemiyor, biliyoruz.

Çünkü sizin ortak dertleriniz var.

Güvencesizlik, hepinizin derdi.

İfade özgürlüğü, hepinizin derdi.

İşsizlik, hepinizin derdi.

Fırsat eşitliği, hepinizin derdi.

Bu dertlerin etrafında, birleştiğinizi gören iktidar mensupları;

sizi kendi aranızda bölemediği için, toplum ile aranıza, set çekmeye çalışıyor.

Sizi şımarık ilan etmeye, dışlamaya, yok saymaya çalışıyor.

Ama sizin, yaşadığınız onca şeye rağmen,

ülkenize faydalı olmak için, çok çabaladığınızı görüyorum.

Bu çabanın sizi çok yorduğunu, üzdüğünü ve bunalttığını görüyorum.

Ama önümüzde, sadece 1 yıl kaldı.

Üniversitelerin, işsizliği 4 yıl öteleyen kurumlar olmaktan çıktığı günlere, 1 yıl kaldı.

Güvenliğinize dair kaygılarınızın, son bulduğu günlere, 1 yıl kaldı.

Demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, adaletin, tam ve kâmil uygulandığı günlere, 1 yıl kaldı.

Geleceğinize umutla baktığımız günlere, 1 yıl kaldı.

Memleketimizin medeniyet yolundaki taşlarını, birlikte döşeyeceğimiz günlere, 1 yıl kaldı.

El ele, kol kola, hep beraber, ülkemizin geleceğini inşa edeceğimiz günlere,

İnanın çok az kaldı!

Aziz milletim;

Devletin, milleti ile kurduğu bağın temelinde, adalet vardır.

Çünkü adalet;

Milletin özgürlüğünü ve eşitliğini esas alır.

Çünkü adalet;

Milletin saygınlığını ve gelişimini esas alır.

Çünkü adalet;

Devletin, merhametli eli,

milletine, hak ettiği yaşam standartlarını, sunma erdemidir.

Çünkü adalet;

Devlet yönetimindeki, egemen unsurdur.

Demokratik bir hukuk devletinde, adalet anlayışı;

insanlara, sadece yasalar önünde eşitlik sunmaz.

Aynı zamanda, insanların hedeflerini gerçekleştirebilmeleri için;

karşılarına çıkan engelleri kaldırır, fırsatların kapısını açar.

Yani, toplumsal gelişimin de, önünü açar.

Peki bir devlet, adaleti nasıl sağlar?

İlk önce;

Milletinin, adalete olan inancını koruyarak sağlar.

Sonrasında;

bireyin ve kamunun vicdanının sesini, duyurarak sağlar.

Ve en son olarak;

bu sesi, hem yasalarla, hem de kurumlarla gözeterek sağlar.

Bu 3 aşamanın her biri;

devlet, millet ve adalet ilişkisinin sağlamlığı için, çok önemlidir.

Keza, bu durumun önemini, Fransız düşünür Monteskiyö;

“Bir rejim, insanların adalete inanmaz bir hâle geldiği noktaya gelince;

o rejim mahkûm olmuştur.” sözleriyle ifade eder.

Peki, size bir soru…

Devletin ve milletin özgürlüğü deyince, aklımıza ilk olarak ne geliyor?

Tabii ki cumhuriyetimiz…

Çünkü Cumhuriyetimizin esası, ruhu;

Yasalar karşısında, herkesi eşit kabul etmesi,

kimseye ayrıcalık tanımamasından gelir.

İşte bu nedenle, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında;

Hükûmeti, memlekette yasayı egemen kılmak,

ve adaleti, iyi dağıtmakla görevlendirmiştir.

Amacının;

“Milleti yormadan, hızla, isabetle ve güvenle, adaleti dağıtmak olduğunu” söylemiştir.

Bunun da ötesinde;

Devletimizin, tüm dünya ile temas etmek zorunda olduğunun farkında olarak;

Adalet düzeyimizi, tüm uygar toplumların düzeyine çıkarmayı, zorunlu kılmıştır.

Adaletin, hem toplumsal hayatta, hem de devletin sürekliliğinde;

Ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu, her fırsatta vurgulamıştır.

Nitekim, Bay Kriz ve arkadaşlarının, o beğenmedikleri Cumhuriyetimiz,

adaleti, sadece yasalarla değil;

aynı zamanda, sosyal devlet ve sosyal adalet çerçevesi içerisinde de sağladı.

Bunu okulla, eğitimle, meslekle sağladı.

Sınıflar arası geçirgenliği, dikey hareketliliği mümkün kılarak sağladı.

Yani bir köyde doğan çocuk ile, şehirde doğan bir çocuğun fırsatlarını eşitleyerek sağladı.

Darda kalana, aç açıkta kalana, sosyal devletin imkânlarını sunarak sağladı.

Bunu da sadaka olarak değil, vatandaşın hakkı olduğu için yaptı.

Kimsesiz çocuklarımıza, en güzel yurtları yaptı.

Kimsesiz yaşlılarımıza, en güzel huzur evlerini açtı.

Vergide, ücrette, adaleti sağladı.

İş yaşamında, çalışma koşullarında, adaleti sağladı.

Kadın haklarında, çocuk haklarında, adaleti sağladı.

Cumhuriyetimiz;

Öğretmene, hekime, mühendise değer verdi.

Çiftçiye, üreticiye, sanayiciye, kıymet verdi.

Onların hakkı için, emek verdi.

Vatanın sadece toprağını değil, mahsulünü de korudu.

Her bir düşüncenin, her bir fikrin, kıymetini bildi.

Milletin sesini bastıran değil, duyuran oldu.

Milletin sesinden korkan değil, güç alan oldu.

Ez cümle;

Cumhuriyetimiz bize;

Hakkın, kuvvetten üstün olduğunu gösterdi.

Değerli dava arkadaşlarım;

Atatürk’ümüz, adaletin değerini,

“Bir memlekette adalet yoksa, o memlekette anarşi var demektir.

Orada hükûmet yok demektir.” sözleriyle tarifler…

Şimdi sizlere soruyorum;

Sizce bugün, memleketimizde adalet var mı?

Sizce bugün, memleketimizde hukuk var mı?

Sizce bugün, memleketimizde hakkı koruyan var mı?

Bugün hepimiz, bu soruları maalesef üzülerek, utanarak cevaplıyoruz.

Bugün, memleketimizde bir hükûmetin olmadığını maalesef görüyoruz.

Peki hükümet yoksa, ne var?

Kendisini kanundan ve milletten üstün gören, bir tek adam var.

Ucube sistemini, memleketimize dayatmaya çalışan, bir beceriksizlik abidesi var.

Vatan toprağını kupon arazi olarak gören, bir kabile reisi var.

Memleketimizde dokunduğu her yeri, tarumar eden, bir Bay Kriz var.

Aziz milletim;

Ankara hükûmetinin, Damat Ferit kabinesine dair, eleştirdiği ne varsa,

bugün, Beştepe’de yaşanıyor.

Devlet egemenliğini, tek bir kişiye ve onun taşeronlarına emanet eden, bu ucube sistem;

Hayatımızın her alanında bizi fakirleştiriyor, sömürgeleştiriyor.

Güvensiz ve itibarsız kılıyor.

Bunun nedeni ise,

Ak Parti iktidarı eliyle, Müdafa-i Hukuk’tan, Müdafa-i Erdoğan anlayışına, dönmemizde yatıyor.

Ülkeyi idare eden iktidarın, vatandaşın hukukunu koruması beklenirken;

maalesef bugün, ülkemizde, hukuk, iktidarı korur hâle geldi.

Bay Kriz ve arkadaşları, her konuda olduğu gibi;

adaleti de, kendilerine göre eğip, büktüler.

Nitekim geçtiğimiz günlerde, bunun en acı örneğinin, yıl dönümüydü.

Ülkemizde adaletin, yok oluşunun yıl dönümüydü…

Ülkemizde hakkın, yok sayışılışının yıl dönümüydü…

16 Nisan 2017’de, ülkemizi ucube bir sisteme hapseden, hukuksuzluğun yıl dönümüydü.

Bugün artık Sayın Erdoğan;

İşine geldiğinde, Cumhurbaşkanı kimliğiyle, meydanlarda,

İşine geldiğinde, Ak Parti Genel Başkanı kimliğiyle, meclis kürsüsünde;

istediğine hakaret ediyor, istediğini tehdit ediyor.

Ama fikrini, derdini, düşüncesini söylemek isteyen kim varsa;

Ya nankör oluyor, ya terörist oluyor, ya da vatan haini oluyor.

O, Ak Parti Genel Başkanı olarak, siyaset yapıyor;

Ama ona cevap veren vatandaş, Cumhurbaşkanı’na hakaret etmiş oluyor.

İşte size, bu ucube sistemin, ülkemize reva gördüğü, adalet anlayışı…

Üstelik bu çarpık sisteminin gözü;

Henüz 20 yaşında, gencecik bir evladımız, Alp’i bile görmüyor.

Attığı bir tweeti, üstelik 15 dakika sonra sildiği bir tweeti, takip edip,

20 yaşındaki bir genci tutuklayan, adalet sistemi;

Nedense;

Boy boy videoları, fotoğrafları çıkan, pudra şekercilerine dokunamıyor!

Twitter’da gündem olmadan, kadın katillerine dokunamıyor!

Milletin hazinesini kemiren yandaşlara dokunamıyor!

Milletin hakkına giren, saray müdürlerine, danışmanlara dokunamıyor!

Aleni bir şekilde, yolsuzluk yapanlara dokunamıyor!

Bu haram düzenini kuranlara da,

Bu adaletsiz düzenin, bekçiliğini yapanlara da,

Bu çarpık anlayışın parçası olanlara da;

Yazıklar olsun!

Bu milletin hakkı hepinize;

Haram, zehir, zıkkım olsun!

Değerli dava arkadaşlarım;

Bugün, Milletin Kürsüsü’nde,

Ak Parti iktidarının, adaletsizliği bir düstur olarak benimsemiş, yönetim anlayışının,

mağdur ettiği bir başka kesim olan, emeklilerimizi dinleyeceğiz.

Emekliler Sendikası Altındağ Şube Başkanı, Murtaza Ak Bey bugün aramızda.

Buyurun Murtaza Başkanım, söz de kürsü de sizindir.

Söz de kürsü de emeklilerimizindir.