YIL 2020...

6 Şubat deprem öncesi...

Afad bir rapor hazırlıyor. Valilik Makamı, Kaymakamlık,Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri ve DSİ, bütün bu kurumlar katkı sunuyor...

Raporda;

"Olası bir 7,5 büyüklüğünde gerçekleşecek depremde, stadyum civarı, Bahçelievler, Tekerek yolu güneyi ve Doğukent yolu güneyi bölgelerinde bulunan binaların ivedikle boşaltılmasınn zaruri olduğunu" yazıyor...

Ve devamında; "Halk, olası bir büyük depremden habersizdir" diyor...
 
***

Bu rapor, halk'tan saklanıyor...

Yani sümen altı ediliyor...

Dolayısıyla Afad raporunda bahsi geçen bölgelerdeki binalar boşaltılmıyor...

Sonuç; 13.500 ölü, binlerce bina yerle bir oluyor...

***

Sonrası malum; Yıkılan binalardan dolayı günah keçisi aranıyor. Kurumların kabahatlerini örtbas etmek adına Yapı Ruhsatlarında adı geçen kim varsa bir bir tutuklanıyor...

Binaların, 30 yıllık, 40 yıllık ve eski deprem yönetmeliğine göre yapıldıkları, zeminlerinden fay hattı geçtiği bile görmezden gelinerek, kimisine 10 yıl, kimisine 15 yıl, ceza veriliyor. Yargıtay'dan verilen hükümlerin bozulacağı birebir biliniyorken, insanlara yapılan bu zulüm bir nevi reva görülüyor...

Çünkü yapılan yargılamada;

Depremin büyüklüğü hiç dikkate alınmıyor...

Yönetmelikler değişmiş, imara açılmaması gereken araziler imara açılmış, zemini alüvyon ve yamaç malozu içeren arsalara yüksek katlı binaların yapılmasına izin verilmiş, kimin umrunda?

Bilirkişiler raporlarında, hakimlerin yerine geçerek kusur oranını belirlemiş, binaların yıkılmasına temel etken olarak; depremin büyüklüğü ve zeminin alüvyon oluşmasından kaynaklandığı yazıldığı halde kaale bile alınmadığı görülmüştür...

***

Müştekiler Mahkemelerde, "Şikayetçiyiz hakim bey her kimin kusuru varsa" cümlesini tekrar etmekten geri durmamışlardır.

Haklılar tabii ki de...

Çünkü canlarını, cananlarını kaybetmişlerdir.

Peki suçlu kim?

Yapı Ruhsatlarında adı yazılanlar mı?

Yoksa bina yapılmaması gereken arazilere imar izni verip, yüksek katlı bina yapılmasına yol açanlar mı?

***

Yazar Serdar Tunçer, "Dilim yok kalbimden başka" isimli kitabında şöyle diyor;

"Biz deniz kenarında kaybettik içimizdeki Hızır'ı ve Musa'sız kaldık. Bir deniz ortasında fark ettik neyi kaybettiğimizi, heyhat asâsız kaldık."

***

Ne kadar güzel sözler değil mi?

***

Derviş değilim ama 6 Şubat depreminden tam 6 ay önce 26 Temmuz 2022 salı akşamı Açık Masa programında bizim 'köyün' insanlarına şöyle seslenmiştim;

"Bugün Tevekkeli'de 4,6 şiddetinde bir deprem oldu. Halk panik içerisinde, yetkililerden bir açıklama bekledik. Maalesef hiç bir açıklama gelmedi. Halk tedirgin. Takdir edersiniz ki, günlerdir, aylardır, sosyal medyada deprem geliyor önlem alın diye sesleniyordum. Ama kulak arkası ediliyor. İnsanlar o beton yığınlarının altında kaldıktan sonra mı "EYVAH" diyeceksiniz. Deprem bugün olmazsa yarın olacak, 1 ay sonra olacak veya 1 sene sonra olacak, vakit geç olmadan yetkililerin olası büyük bir depremi nasıl az zayiatla atlatırız bunun çalışmasını yapsınlar..."

***

Adım atan oldu mu?

Malesef ki hayır.

Biz, söylediklerimiz ile kaldık...

Yetkililer, duyupta kulaklarını kapatmakla...

***

Ve canlı yayından tam 6 ay sonra, Devletin yetkili kurumlarının bile öngöremediği büyüklükte asrın felaketi denilen depremi yaşadık...

"Ben demiştim ama sözümü dinlemediniz" dememeyi ne kadar çok isterdim...

Ama hakikatten de kaçınılmıyor...

Hakikat aynı hakikat, köy aynı köy!..

***

Hikaye bu ya...

"Yağmur yağmamış günlerce. Bir tek bulut yok gökyüzünde. Köylü perişan.

Ters giyilen cübbeler nafile, yağmur duaları icabetsiz.

Aç'ları doyurmuşlar, fakirleri giydirmişler, yetimin başını okşamışlar, yok yine yok.

Bir dervişin yolu (hâşâ ben değilim) o köye düşünce ahvâli anlatıp arz-ı hâl eylemişler.

"Nerede bir yanlış ettik bilmiyoruz ama vaziyet bu, bize bir yol gösterin bir de siz ellerinizi yağmurun Rabbine açın" diye niyaz etmişler.

Derviş onları iyice dinledikten sonra; "Bu köyde ne kadar küçük çocuk varsa hepsini buraya toplayın" demiş.

Şaşırmışlar ama vardır bir hikmeti deyip isteneni yapmış köylüler.

Derviş baba, çocuklarla biraz sohbet etmiş, her birini tek tek dinlemiş.

Sıra küçük bir çocuğa gelince tebessüm ederek köylüleri çağırmış yanına.

Bakın demiş, dinleyin bu gül yüzlüyü ve anlayın yağmur niçin yağmıyor.

O gül yüzlü çocuk birazda mahçup anlatmaya başlamış;

"Babam bayram için yeni bir ayakkabı aldı. Ben her gece uyurken Allah'ım ne olur yağmur yağmasın. Yağmur yağıp da yeni ayakkabılarım çamur olmasın." Yani böyle işte... Bu kadar...

Gönlünü yapmışlar çocuğun, "Biz sana yeni bir ayakkabı daha alırız" demişler. 

Bulutlar duymuş çocuğun razı olduğunu. Yağmurun Rabbi, haydi demiş bulutlara, köylü çifte bayram eylemiş."

Hakikat aynı hakikat, köy aynı köy!.. 

***

Maalesef derviş değiliz ki sözümüz dinlensin...

Oysa ki, sesimizi gür bir şekilde hep birlikte dinletebilseydik yetkililere...

Deprem için önlem alın diye haykırabilseydik...

"Çocuk kim, ayakkabı neyin nesi, bulut nereye denk düşer, derviş baba bu köye niçin çıkıp gelmiyor?" sorusuyla karşı karşıya kalmazdık. 

Ancak gelin görün ki, bir tek bu köy halkı olmuşlardan sonra uyanmaya başlıyor, gördüğü rüyalardan...

İşte o zaman da vakit çok geç oluyor.

***

Ez cümle;

  • Akıllımız, hikmete masal muamelesi yaparsa...
  • Delimiz, bulutlara sövüp durursa...
  • Okumuşumuz, siyasetçilerimiz kendini kaf dağı üstünde görüp ulaşılmaz konumda tutarsa...
  • Memleket sevdası olmayanlar kulaklarını kapatıp, başını kumlara sokup, bu köyden kaçmaya çalışırsa...

Sizi bilmem ama ben bu köyü terketmeyip ismi ne olursa olsun siyasetçi-işadamı farketmez bu köyün insanlarına doğruları söylemeye devam edeceğim...

Aksi halde daha çok Derviş yolu gözler dururuz...

Ve deriz ki;

Hakikat aynı hakikat, köy aynı köy!..