SEVGİLİ EŞİM, sırdaşım, çocuklarımın anası, otuz dokuz yıldır bir yastığa baş koyduğum, can yoldaşım…

Fotoğraflarına bakarak ve gözyaşlarımı içime akıtarak bu satırları sana yazıyorum…

Okuyamazsın biliyorum ama yine de yazıyorum...

*

Can yoldaşım…

Seni kaybedeli dokuz ay oldu. Ahh bir bilsen nasıl geçtiğini?

İnanamıyorum hâlâ seni kaybettiğime. Yüreğimde kor oldu özlemin…

Oysa daha dün gibi, “Deprem oluyor herif” diye, beni uyandırışın…

Böyle bir deprem görmemiş, can havliyle üzerine kapanmıştım ama, başına aldığın darbeyle ruhunu o an teslim etmiş, seni kurtaramamıştım...

Kapı arkasına koyduğun rulo şeklindeki yeni halıların yere düşmesi sonucu ben kurtulmuştum. Bacaklarım beton yığınına sıkışmış kıpırdatamıyor, nefes dahi alamıyordum tozdan…

Bir an kurtulamayacağımı düşünerek Kelime-i Şahadet getirmeye başlamıştım. Öldürmeyen Allah öldürmüyor demek ki…

Hareket eden ellerimle yüzünü okşamış, nabız atışını duymayınca “Uyan aşkım, ne olur uyan, bırakma beni” diye haykırmış, uyanmadığını ve ses vermediğini görünce, “Gittin ha, beni tek başıma bırakıp da gittin. Oğlumuza benden önce kavuştun” diye söylenmiştim…

Söylensem de, haykırsam da, artık nafileydi sevdiceğim…

Duyamazdın artık beni, uyanamazdın, bırakıp gitmiştin işte…

*

Enkazdan, kardeşim Kurtuluş, yeğenlerim Fatih ve Tolga’nın yetişmesiyle kurtarılmıştım…

Vücudum mosmor idi, iç kanamadan korkulmuş ancak korktuğumuza uğramamıştık…

*

Can yoldaşım…

Cansız bedenini, halıya sarıp çıkardılar enkazdan…

Kapıçam mezarlığına götürüp, Savcı’nın işleminden sonra, siyah ceset torbasına koyup, dini vecibeleri yerine getirip, seni defnedeceğimiz mezar başına getirdik…

Ayakta zor duruyordum…

Hava soğuk mu soğuktu. Kefenlenmiş naaşını ceset torbasından çıkarıp, oğlumuz Serkan ile birlikte toprağa elimizle indirdik, kefenin bağcıklarını çözdüm, son kez gül yüzüne dokundum. Belki uyanır ses verirsin diye. Ama yok, ne ses ne bir hareket. “Topraklar incitmesin seni aşkım” deyip, vedalaşıp mezardan çıkmış, üzerine topraklar atılıp kapatmış, dualar edip oradan ayrılmıştık…

Dönüp dönüp bakmıştım mezarına, gözyaşımı silerek, “Erken bırakıp gittin bizi sevdiceğim çok erken” diye mırıldanmıştım…

Oysa ne hayallerimiz vardı, beraberce kurduğumuz güzel gözlüm…

Oğlumuz ve üç kızımızı evermiş, mürüvvetlerini görmüş, bir tek Şerife Nur’umuz kalmıştı…

O’nun da mürüvvetini görmek için dualar ederdik…

Her sabah o’na seslenirdin “Nur kalk saat yedi, işe geç kalma” diye…

Şimdi Nur kızını kim uyandıracak? Kim uyandırıp, “Kahvaltını yap” diyecek?

Şerife Nur'a araba alacaktık. Sıraya yazılmıştık.

Hemen hemen her gün başımın etini yedin...

Hiç unutamıyorum:

“Ne zaman geliyor bu araba?” deyişini…

Arabasının bayiye geldiğini haber alınca, beraber gidip bakmıştık…

“Allah’ım kaza bela vermesin” diye dualar etmiştin. Hele arabayı alınca, kızınla birlikte bazı günler sessizce binip kaçışınızı görüp “Nereye matmazeller” dediğim de “Kızım gezdirecek ve yemeğe götürecek” derdin ya…

“Gidin gidin analı kızlı” der, hayranlıkla gidişinizi izlerdim...

*

Ya torunlarını sevişine ne demeli?

Her birini bir diğerinden ayırmaz, bağrına basar severdin…

İlk göz ağrımız Defne Su ile Umut Ecrin’e “Benim iki çiçeğim, prenseslerim” derdin…

Çınar’ıma para verirken “Abisi Umut Efe oğlumu ayırma, sefil yavrumu” der, o’nu bir başka kayırırdın…

Umutcan’ın kapıya gelip “Anina” demesine bayılırdın. (Anneanne diyemez) Bir öpücük istediğinde vermez, fıstık ezmesi verip öyle öperdin…

Küçük kardeşi Mustafa Aybars; hemen kucağına atlar, ağzını senin yanağına dayar, sen “Hu Allah” diye sallandıkça o da öpmeye devam eder aklından olurdun…

Hele Emir oğluna “Büyüyünce ne olacaksın” diye sorduğunda “Pilot olacağım anneanne” demesine dualar ederdin…

Ya sarı keklik Mustafa Alp, elinden çikolata veya fıstık ezmesi olmadan öpücük vermez, zorla öperdin...

Adaşım Mustafa Umut’a gelince, babası 15 günde bir getirir sarar sarmalar “göbişini sever babaannen” diye severdin…

Senin bu güzel anılarının hangi birini anlatayım…

*

Ya senle, baş başa seyahat edişimiz…

Sana bakar, “Bugün seni sevdiğimi söyledim mi Aşkım?” dediğimde, “Hayır söylemedin” der, hemen elini tutar “sevdiğimi” söylerdim. O an gözlerime bakar, tebessüm eder, “bende seni seviyorum” diye cevap verirdin…

Ve arkasından “Kahverengi gözlerin, gözlerin yar gözlerin” türküsünü söylerdin. Ben de “E tabi gözlerim kahverengi ilk baktığında vuruldun” diyerek takılırdım…

“Ne demezsin” diyerek gülerdin…

Seninle seyahat etmek güzeldi be sevdiceğim…

Yolculuk esnasında, meyve soyar, fıstık kırar tarhanayı arabanın ön camına doğru koyar, güneş ısıtır, öyle yedirirdin…

*

Allah kimseye ciğer acısı vermesin. Yedi yaşında olan ciğerparemiz Umut’u, 2010 yılında kaybetmiştik. Acısını yüreğimizde taşırdık. Evin her köşesinde O’nun fotoğrafları vardı...

Telefonunun ekranında bile. Özellikle yatağının başucundaki komodinin üstünde duran çerçeveli fotoğrafa bakar, dalıp giderdin. “Bizi bekliyor o anası üzülme” der, teselli ederdim. Benden önce kavuştun oğluna, inanıyorum ki; Ellerinden tutup Cennet bahçelerinde dolaşıyorsunuzdur...

Şükür ki evlatlarımız çocuklarının her birine, gardaşının adı Umut’u koydular...

Her birine “Adınıza kurban olsun babaanneniz, anneanneniz” deyip teselli bulurdun...

Çocuklarımla benim aramda köprüydün can yoldaşım…

Birinin bir dileği olsa sen söylerdin bana…

Evde telefon kulağından düşmezdi. “Yine hangi kızınla konuşuyorsun” dediğimde “Konuşurum kızlar benim değil mi? Hepsiyle konuşurum, karışma bana” diye çıkışırdın…

Çıkışman bile sevgi doluydu Aşkım…

Hoşuma gider gülerdim…

Bazı hafta sonları hepsini kahvaltıya çağırır, hazırlık yapardın. Torunların gelir evi curcunaya çevirir, bir tek laf etmezdin. Onların dağıttığı evi gittiklerinde düzenlemek için uğraşır, of bile demezdin. Sen çok güzel bir Babaanne ve Anneanneydin Aşkım…

39 yıl boyunca mutluyduk, mutlu bir yuvamız vardı sevdiceğim yokluğu da gördük varlığı da...

Her zaman yanımda oldun. Başucumda oldun. Gözümü açtığımda hep seni gördüm. Yeri geldi seslenerek yeri geldi öperek uyandırdın beni. Hiç incitmedin hep sevdin Ben de seni sevdim Aşkım. Allah’ımda sevsin, incitmesin seni…

Şimdi oğlumuz Umut ile birliktesin...

Anılarımız ise benimle…

Nereye baksam hem seni, hem oğlumuz Umut’u görüyorum…

Dualar ediyor, Fatiha’nızı okuyorum.

Satırlarıma burada son verirken; Bana özel bir yazı oldu. Sakın kızmayın, darılmayın dostlar…

İçimi döktüm… Affola…

Editör: Serkan KARAASLAN