Geçtiğimiz gün konuk olduğum programda konuştuğum mevzuları baştan sona dinlemeden zügürt, fakir, mağdur artık ne edebiyatı biliyorsa; sazı eline alanlara önemli birkaç not ve düzeltmem olacaktır;
1) Öncelikle konu dış güzellikle övünmek değil övünmenin sığ ve basitliği üzerineydi. Mert Doğan defalarca “Türkiyenin en güzel kadını olmak nasıl bir his?” sorusunu sorunca cevabım; öncelikle kendimi güzel bulmadığım ve bu şekilde konuşmayı abes bulduğum yönündeydi. Salt güzellik üzerinden konuşmayı prim sağlamayı asla tasvip etmediğimi defalarca kez yineledim. 

2) Malum ülkede aksini yapanlar mevcut, bu iddada bulunanların global güzellik ölçülerine uymaları gerek. Yani Rönesans dönemi ressamı Botticelli o zamanın güzellik anlayışını nasıl yansıtmış ise bugünlerde bu görevi dergiler yapmakta. Bu dergilerin kapaklarında deli çalıp çingene oynuyor misali yırtınanlar veya benzerleri değil çoğunuzun çirkin bulduğu bir Türk kızı Öykü Baştaş süslüyor. Yani öyle bol keseden atmakla güzel olunmuyor. Ve Öykü’yü çok beğeniyorum.

3) Çok beğendiğim isimleri de söyledim. Ayşegül Aldinç, Sıla ve Berrak Tüzünataç. Dikkatinizi çektimi bilmem ancak bu farklı hayatlardan gelen 3 kadının fiziksel güzellikleri dışında başka bir ortak özellikleri var; duruşları. Bu 3 kadın zikirmatik sallamaz, konjonktüre göre sağa sola dönmez, fikirlerini özgürce paylaşır. Bir de güzellikleri ile övünmezler ve unutmadan erkek şiddetinin dibine kadar yüksek sesle karşısında dururlar.