HANİ William Shakespeare’in de söylediği gibi:

“OLMAK ya da olmamak, işte bütün mesele bu!

Düşüncemizin katlanması mı güzel,

Zalim kaderin yumruklarına, oklarına

Yoksa diretip bela denizlerine karşı

Dur, yeter! Demesi mi?”
 

*
 

Shakespeare’in şiiriyle yazıma niye başladım?

Anlatayım:

31 Mart ve 23 Haziran seçimleriyle yeni bir döneme girdik.

17 yıldır süren AK Parti iktidarında bir gedik açılmış gözüküyor.

Ya bu gedik onarılır…

Ya da daha çok büyür ve o yıkılmaz sanılan duvar yıkılır.
 

*
 

Eskiden…

Eskiden diyorum…

Çünkü…

İmamoğlu piyasaya çıkıncaya kadar Erdoğan’ın karşısında klasik bir CHP vardı.

Bu CHP’nin iktidar olmak gibi bir kaygısı olmadığı için her seçimde % 25’i geçemezlerdi.

Erdoğan’da onları tıpkı tabiri caizse hallaç pamuğu gibi atardı.

Ama şimdi öyle değil.

Hem 17 yıllık iktidar olmanın verdiği yorgunluk…

Hem yapılan yanlışlar…

Hele hele Suriyeli Mülteci meselesine her geçen gün Halk tarafından tepki gösterilmesi…

Terör gibi sorunlara bir de ekonomik kriz eklenince, Ak Parti zorlanmaya, sorgulanmaya başlandı. 

Seçim sonuçları aynı zamanda yeni parti kurma çalışmalarını da hızlandırdı.

Sokakta insanlar fis kos konuşmaya, isimler zikredilmeye başlandı.

Sokaklar ne zaman konuşmaya başlarsa iş kötü demektir.

İmamoğlu’nun çıkışından ve oluşan zeminden faydalanan Babacan ve Gül ekibi, kendilerini ortaya çıkarmaya, her olumsuz gidişata tepki göstermeye başladılar.

İstanbul seçimi onlara bu cesareti vermiş gözüküyor.
 

*
 

Daha önceleri adaylar yarışıyor gibi gözükse de aslında her seçimde Erdoğan yarışıyor ve hep o kazanıyordu.

Zaten 2002’den beri Halk her seçimde Erdoğan için oyunu verdi.

Siyasetçiler olsun, belediye Başkanları olsun, Milletvekilleri hatta bakanlar olsun, hep Erdoğan’ın sermayesini tükettiler, yiye yiye bitirdiler.

Siyasete hiçbir artı değer katmayan bu kişiler, Erdoğan’ın karizması ve arkasındaki toplumsal güce dayanarak yan gelip yattılar.

Hem öyle bir yattılar ki, yatarken de köşe oldular.

Ama olan hep millete oldu.
 

*
 

İşte bu olumsuz yaklaşım ve ayarsız siyaset 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri ile bozuldu.

İster kabul edin ister etmeyin…

İmamoğlu bir yana; Erdoğan’ın karşısına iki tane nur topu gibi, hem de Ak Parti’den çıkma Babacan ve Davutoğlu gerçekliği çıktı.

Buna bir proje veya organizeli iş diyebilirsiniz.

Veya Konjonktür bunu gerektiriyor gibi.
 

*
 

MHP desteğine ihtiyaç duyan Ak Parti’nin şu anki hali, taşıma suyla dönen değirmene benziyor.

Su; yukarıdan gürül gürül gelmiyor artık, gözünden kestiler.

Erdoğan, taşıma suyla değirmenini çalıştırmaya çalışıyor.

Ya bir de MHP desteğini çekerse ne olacak?

Yandı gülüm keten helva…
 

*
 

Şöyle bir bakıyorum:

Yerel yönetimlerin ağırlığı CHP yönetimine geçti.

Amma velakin…

Erdoğan’ın elinde hala fırsat var…

Muhalefetin de güce eriştiğini unutmadan, Babacan ve Davutoğlu’nun siyaset arenasına çıkmadan…

Erdoğan, nasıl bir kart açması gerekiyorsa açmalı ve iş işten geçmeden bir atılım yapmalıdır.

Yoksa milletvekili transferleri başlar, savrulmalar ortaya çıkarsa, Erdoğan bile bunu durduramaz.

Reformlar yapılsın, kabinede değişikliğe gidilsin, pahalılık ve işsizlik önlensin, sınırlarda devam eden terör bitirilsin ve emin bölgelere mülteci sığınmacılar bir an önce yerleştirilmeye başlansın.

Halk…

Yeni bir siyaset, yeni bir dil ve yeni bir oluşum istiyor…
 

*
 

Erdoğan’ın 31 Mart sonrası belediyeleri kazanan illeri gezeceğini ve daha sonra kabinede bir değişikliğine gideceği duyumlarını alıyoruz.

Bizce bir an evvel bu değişikliği yapmalı ve sonrasında iller gezilmelidir.
 

*
 

Sözün özü şu:

Parti yönetimi ve kabine değişikliği, ekonomik kriz, işsizlik, Suriyeli mülteci sorunu, yeni parti doğumu gibi meselelere duyarsız bir Ak Parti’nin…

2023’ü görmesi bize göre hayal.

Hayal den de öte, olmayacak duaya âmin gibi bir şey…
 

*
 

Yazıma William Shakespeare’in şiiriyle başlamıştım…

Aynı şiirin bir cümlesi ile bitireyim:

“Kim dayanabilir zamanın kırbacına?”