BUGÜN köşe yazımda tarihten bir “ANI’MI” paylaşmak istiyorum.
 

*
 

Yıl 1999...

Yerel seçim var…

İki isim oldukça iddialı.

Fazilet Partisi adayı Hanefi Mahçiçek.

DYP adayı Mehmet Bağrıaçık…

O zamanın siyasi atmosferinde kamuoyunda bu iki isme rüzgâr esiyor…

Birinden biri kazanır deniliyor.

Bu iki isim dışında ANAP ve MHP adayına ise kimse şans tanımıyor.
 

*
 

Tekke mahallesinde bulunan evimde, seçim üzerine mahalledeki kendi kuşaklarımızla bir araya geldim.

Dedim ki:

Arkadaşlar bu seçimde Tekke mahallesinden bir değil, iki meclis üyesi çıkaralım.

Ben DYP adayı Mehmet Bağrıaçık abimize yakınım… Onu destekleyeceğim.

İçimizden biri de, Fazilet Partisinden müracaat etsin ve Meclis üyesi yazılsın.

O güne kadar partiler tarafından Tekke Mahallesi üvey evlat muamelesi görüyordu.

Amacım bu düşünceyi yıkmaktı…

Okulu olan, spor sahası olan, imarı yapılmış, güzel güzel binaları bulunan bir mahalle özlemiydi benim ki…

Herkes hemfikir oldu.

İlk defa Mahallemde birlik sağlandı.

Yenildi, içildi ve dağıldık…
 

*
 

Birkaç gün sonra rahmetli Arap emminin evinde benden habersiz bir toplantı yapıldığını öğrendim.

Gücüme gitmedi desem yalan söylemiş olurum.

Ben birlik ve beraberlikten bahsederken, hem Fazilet hem de DYP den birer meclis üyesi çıkarmayı düşlerken, yine kıskançlık tohumları ekilmişti.

İnsanoğlunun doğasında olan bir şey.

Her neyse…

Ben bildiğim yolda ilerlemeye başladım.

Dört araba tuttum…

Afişlerle donattım…

Nerde bir miting olacak oraya kalabalık bir şekilde gidiyoruz.
 

*
 

Bir akşamüstü Tekke Mahallesindeki buluşma noktamız olan Cuma Ökkeş’in kahvesinde otururken...

Haliyle herkes seçim çalışmalarını konuşurken...

Rahmetli sucu Hasan dönüp bana dedi ki:

“Oğlum senin bu mahallede kaç oyun var?”

Topu topu bir hanesin…

Oysa biz bir oymağız, boşuna Bağrıaçık için uğraşma, çabalama, yazık harcadığın paraya demesi karşısında, sadece şunu söyledim:

“Ben bir hane olabilirim… Ama şunu unutma Hasan emmi, ben sülalemi toplayacağım sana kaç hane olduğumu göstereceğim… Siz de madem büyük bir oymak olduğunuzu söylüyorsunuz, siz de toplanın sizin de kaç hane olduğunuzu görelim.” dedim

Ve ertesi gün hemen ne yapmam gerektiğine karar verdim.

Gittim “öğretmen evini” tuttum…

Tüm sülaleme haber ettim…

Yatakta hasta yatan Rahmetli Zahide (Hoca) Teyzem bile benim o çağırmama kalkıp geldi.

İçerisi, dışarısı hınça hınç dolu. Mübale olmasın bin kişiden fazla...

Mehmet Bağrıaçık abimizi çağırdım.

O bile kalabalığı gördüğünde şaşırmıştı.

Rahmetli Ökkeş Kapudere abimiz ve ekibiyle içeriye davet ettim.

Orada çıktım bir konuşma yaptım.

Ağlayana mı bakarsınız, alkış tufanı yapana mı?

Müthiş bir toplantıydı…

O toplantıya diğer partiler ajan bile yollamışlardı.
 

*
 

Hiç unutmuyorum…

Ertesi günlerde Murat Kapuçam abimiz 5 defa geldi gitti.

Meclis listesi yazılacağını ve hangi sıra meclis üyeliği istediğimi sordu.

Mehmet Bağrıaçık abimin yanına vardım ve dedim ki:

-Ben meclis üyeliği istemiyorum.

-Siz kazanırsanız zaten ben belediye başkanı sayılırım.

-Benim amacım size destek olmak ve hatırı sayılır bir oya sahip olduğumu kendi mahallem insanına ispat etmekti.

Ve ettim de…
 

*
 

Toplantı gününden sonraki ilk akşam, aynı Cuma Ökkeş’in kahvesinde Rahmetli Sucu Hasan’a…

Şöyle dedim:

“Ben sülalemi topladım… Herkes gördü kaç kişi olduğumu… Hadi sizi göreyim toplantı yapında, kaç kişi olduğunuzu?” cümle alem görsün dedim.

*

Hiç unutmam rahmetli şu cümleyi söyledi:

“Çocuğum, senin maşallahın var... Sen gir gelsin ve seviliyorsun. Biz bu mahallede oymağız ama üç kişi bir araya gelemeyiz.”

*

İnanır mısınız bilmem ama…

Bu yaşıma kadar dik durdum eğilmedim.

Babasız büyüdüm, kimseye boyun eğmedim.

Hamallık yaptım gücenmedim.

Verdiğim sözden geri dönmedim…

Mehmet Bağrıaçık abimizi destekleyeceğim dedim, destekledim.

Doğru bildiğim ve inandığım her cümleyi bugüne kadar korkmadan yazdım, konuştum.

O gün ki seçimi Hanefi Mahçiçek Başkan kazandı.

Ve tebrik ettim…

O gün bu gün Mehmet Bağrıaçık’la, abi-kardeş ilişkimiz sürmekte…

İşte vefa bu, dostluk bu, arkadaşlık bu, beraberlik bu.

*

Bunları niye anlattım…

Şunun için:

Ebû Müslim Horasânî’nin bugün bile günümüze ışık tutan evrensel bir sözü vardır.

Şöyle der Ebu Müslim:

“Onlar, şerrinden emin oldukları için, dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de; düşmanlarını yakın tuttular. Yakın tuttukları düşmanları dost olmadı. Ama uzak tuttukları dostları düşman oldu. Herkes düşman safında toplanınca yıkılmaları mukadder oldu.”

*

Burada demek isteğim özetle şudur:

Bir hareket, bir parti, bir lider, nasıl olsa bendendir diyerek dostlarını etrafından uzaklaştırıp; “Kazanmak için düşmanlarını safına çekmeye çalışırsa, gerçek dostunu kaybettiği gibi, yakınlaştırdığı düşmanları da kendisini yıkmaya çalışır.”

İkisi bir araya gelince de yıkılma, çökme, mukadder olur.

İşte AK Parti’nin yaşadığı son dönemlerdeki handikap kısaca budur.

Samimi insanlar, davaya gönül vermiş neferler, saflardan uzaklaştırıldı… Parası ve gücü olup, çevresi olmayanlar partinin en üst noktalarında yer edindiler.

Bu adaletsiz tutum, bu seyrediş, toplumsal sorgulamayı, küskünlüğü, AK partideki kopuşları beraberinde getirirken, illerdeki yöneticiler, bu kopuşun farkına varıp engel olma yoluna gitmediler.

Çünkü benim olsun, başka kimse benim koltuğuma göz dikmesin, zihniyetinde siyaset yapmaya yeltendiler.

Erdoğan’a sırtını dayayıp, “nasıl olsa halk Erdoğan için oy veriyor” diyerek siyasette yer edinmeye kalktılar.

Ne de olsa kendileri adına Erdoğan kazanıyordu… Halk tarafından seviliyordu…

Tabir-i caizse yorulmadan hazıra kondular…

Teşkilatları, illerdeki müdürlükleri, eş, dost, akraba ile doldurdular.

Gönle hitap edenleri uzaklaştırdılar.

Ankara’dan Milletvekili adayı gelince hoş geldin ağam, paşam, diyerek el bağladılar.

Eleştirmek kimin haddineydi?

Kaç oyun var demek kimin cüretiydi?
 

*
 

23 Haziran İstanbul seçimi, bardağın kırık olduğunun görülmesine vesile oldu…

İyi mi oldu?

Sizin hayır sandığınız şer; Şer sandığınız şeyde hayır vardır. ALLAH (C.C) bilir siz bilmezsiniz...

Şer gibi gözüken bu seçim sonucu sonrası...

AK Parti’nin kendi kendini sorgulamasına yol açtı.

Ne oluyoruz?

Nasıl kaybederiz?

Olası bir seçimde aynı akıbeti ya diğer şehirlerde alırsak? Denmeye başlandı.

Şimdi bir telaş, bir koşuşturma, hatırlanmayanların hatırlanacağı bir döneme yani bir parmak bal çalmaya doğru silkelenildi.

Ama bardak çatlamıştı bir kere…

Çatlak bardak iflah olmaz, ya yıkarken elinizi keser, ya da eninde sonunda kırılır.

İşte AK Parti şu an “çatlak bardak” misali rafta duruyor.

Ya o bardak yenisiyle değişecek...

Ya da Reis, o bardağı çatlatanları kapı dışarı koyacak.
 

*
 

Dün bir dostum telefonda şöyle dedi:

Niye bu kadar AK Parti’ye yükleniyorsun?

-Niye mi yükleniyorum? dedim…

Evet, “çok yükleniyorsun” deyince…

-Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın genişletilmiş İl başkanları toplantısında ne konuştuğunu dinledin mi? diye sordum.

Evet, maalesef dedi…

-Peki, o konuşma içeriği, benim daha önceki yazdığım köşe yazılarıma benziyor mu? Dedim…

Sustu…

-Konuşsana be adam dedim…

“Konuşacağımı koymadın abi” dedi.

-Niye AK Parti’ye yüklendiğimi anladın umarım deyince…

“Ben sorumu geri aldım diyerek” telefonu kapattı.
 

*
 

O bu değilde…

Yazımın başındaki “anı” misali…

Şimdi Rahmetli Sucu Hasan gibi, bende çıkıp teşkilattaki sözüm ona her bir üye ve yöneticiye desem ki:

-Kaç oyunuz var?

-Hangi güç, sizi bu teşkilata üye veya yönetici yaptı?

-Farkındalığınız nedir?

-Para gücüyle mi?

-Birilerinin referansıyla mı?

-Burayı işgal ettiniz.

-Desem…
 

*
 

İnanın çok merak ediyorum:

Milletvekilleri de dâhil, hangi yönetici sülalesini toplayıp bir salonu hınça hınç doldurabilecek…
 

*
 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tabiriyle:

“Var mı içinizde öyle bir babayiğit…”