ÖNCEKİ gün kendi sosyal medya hesabıma şöyle bir yazı yazdım…

Dedim ki:

“Böyle gittiğiniz müddetçe bu şehirden de bir ‘İmamoğlu’ çıkar”.

Bunu yazan senmisin?

Yazı altındaki yorumları geçtim.

Özelden yazana mı? bakarsınız…

Yoksa telefon ile arayıp konuşana mı?

*

Niye yazdım “Böyle gittiğiniz müddetçe bu şehirden de bir İmamoğlu çıkar” yazısını…

Şunun için:

Yıllardır muhafazakâr bir çizgide giden Kahramanmaraş’ta değişimin veya seçmenin ayak sesleri 31 Mart’ta kendini hissettirdi.

Nasıl derseniz:

Cumhur İttifakı’nın aldığı oy oranı incelendiğinde bu açıkça ortaya çıkar.

*

Sosyolojik gerçek şunu söylüyor:

Artık toplum; kutuplaşmayı, ötekileştirmeyi, kavgayı istemiyor.

Umut vadeden, proje yapan, vaatlerinde duran siyasetçi arıyor.

Aş arıyor.

İş arıyor.

Kısacası özgürlük, barış, adalet ve demokrasi arıyor.

*

İstanbul’da bir “İmamoğlu” çıktı, tüm siyasi dengeleri değiştirdi.

“Her şey çok güzel olacak” dedi…

İnsanların yüreğine girdi.

İnsanlara dokundu.

Hitap etti.

Siyaset zaten insan odaklıdır…

İnsanların yüreğine girmediğin, o yüreğe hitap etmediğin müddetçe, başarılı olmak nerdeyse imkânsızdır.

Recep Tayyip Erdoğan’da, insanların yüreğinde yer ettiği için 17 yıldır hep iktidarda…

*

Kahramanmaraş’ta da 31 Mart seçimlerinde Ali Öztunç bir rüzgâr estirdi. Eskiye oranla oylarını çok artırdı.

Ancak küçük ve basit siyasi hataları, (geçmişteki bir video olayı ve kabullenmemesi, montaj vs gibi diyerek kişileri suçlaması) ben her şeyi bilirim tavrı, basın ile bir türlü kontak kuramaması, yanlış strateji izlemesi, bir taktik oluşturamaması, afaki çıkışlarla elinde belge bilgi olmadan mikrofonları gördüğünde açıklama yapması, (en son basın toplantısında, İzmir’de ikamet eden ve Büyükşehirden maaş alan biri var demesi gibi) aba altından sopa gösterip ortaya somut bir delil koyamaması, daha fazla oy almasına engel oldu.

Yani…

Tutmadı, tutturamadı…

Hele birde…

Halkın içinde olmayan, CHP İl Başkanı Esat Şengül’ün dikta yönetimi…

Her tür başarısız sonuçlara rağmen 4 dönemdir İl başkanlığı koltuğunu bırakmaması…

Soğuk duruşu…

Halktan kopuk oluşu…

Başarılı olamamasının ana nedenleri diyebiliriz…

*

Ancak şu gözden kaçırılmamalıdır ki…

İstanbul seçimleri bize bazı şeylerin değişebileceğini gösterdi…

Artık karşımızda; başörtüsüne, dine, inanca, hoşgörüye ve kutsallara saldıran bir CHP yok.

Artık karşımızda; kendi kabuğunu kırarak, toplumla barışmayı, kendi geçmişiyle yüzleşmeyi, camiye gidip kuran okumayı, önceleyen bir CHP var.

Tamam; CHP’nin bu dönüşümünde mutlak AK Partinin bir terbiye rolü de vardır.

Ama bu davranışı veya söyleminde samimi değildir demenin bir anlamı yok.

İster kabul edin, ister etmeyin.

AK Partinin ve teşkilatlarının geliştirdiği söylem, icraatlar, hukuka ters uygulamaları, kibir, tepeden bakmalar sonucunda, AK Parti’ye bağlı muhafazakâr seçmenlerin bile İstanbul da CHP adayı İmamoğlu’na oy verdirmeyi sağladığını gözlemlemişinizdir.

O yüzden…

“Bu şehirden de yarın bir gün bir İmamoğlu çıkarsa şaşırmayın”.

*

Çağ kabuk değiştiriyor.

Siyasette öyle…

Hiç kimse kalkıp ta Maraş muhafazakârdır, CHP’ye oy vermez demesin. 1960’lı yıllarda bu şehrin insanları seçimlerde oyların tamamını CHP’ye verdiği unutulmamalı…

*

Yani AK Parti kendi kodlarına; 1994 deki yerel, 2002 deki ulusal projelerine dönmek zorundadır. Vizyonu, misyon ve tüm çalışanlarıyla özgürlük, adalet ve hukuk alanında kendisini geliştirmezse, daha önceki siyasetin tarih sayfalarına giden partilere döner.  

Meşhur bir sözdür; “Dipten gelen dalga sizi önüne katmışsa eğer, hiçbir gücün onu döndürme imkânı yoktur”.

İbni Haldun’un da dediği gibi; “İdeolojilerde insanlar gibi doğar, büyür, gelişir ve ölürler”.

Elbette AK Parti de ilelebet iktidarda kalacak diye bir kaydı yoktur.

Bu bağlam da;

17 yıllık AK Parti iktidarının Türkiye ye kazandırdıklarını da hiç kimse inkâr edemez. Ancak gelinen dönemde “güç sarhoşluğuna” kapıldığı için değişim - dönüşümü zorunlu kılıyor.

“Eğer AK Parti dönüşemezse, kendi kendini yeniden dizayn edemezse, bitişi kaçınılmazdır”.

Umarız reis, başta dalkavuk danışmanlar olmak üzere toplumun gerçeklerinden uzak, onlara tepeden bakan, kibirli, müteahhit ruhlu teşkilat üyelerinden, kokuşmuş ancak Vakko’dan giyinip caka satan, süs satan, burunlarından kıl aldırmayan, tüm koltuklar benim olsun diyen kadın kolları ve dışardan atanan liyakatsiz sözüm ona bakanlardan kurtulur ve yeniden halkın tercihlerine saygı gösterirse?

İşte o zaman AK Parti yeniden halkla kucaklaşmaya, kenetlenmeye, adım atmış olur.

Ve bu adımları zaman geçirmeden atmak zorundadır…

*

Bütün bunları niye yazıyorum?

Ben bir CHP’li miyim? Elbette hayır…

Ben bu şehirde doğmuş, dedesi, babası tekke mahallesinden, anası nahır önü dediğimiz Dumlupınar’dan olan milliyetçi-muhafazakâr bir ailenin çocuğuyum.

Benim ölçüm vatan, millet, mukaddesat ve ülkemin birliği bütünlüğüdür.

Yoksa bizim ne siyasette bir yer edinme, ne bir makam, ne de “ulufe” gibi bir rant edinme amacımız yoktur.

Bir kalemimiz, bir de yüreğimiz vardır…

Biz toplumla devlet arasında aracıyız.

Yanlışa yanlış, doğruya doğru demek bizim şiarımızdır.

Dolayısıyla…

CHP bu şehirde bir Ali Öztunç’u çıkardı, oyları kıpırdadı.

Ya bir de İmamoğlu gibi aday çıkarırsa?

Acaba ne olur?

*

Artık şunu göz ardı etmeyelim.

CHP de muhafazakâr seçmenden oy almaya başladı.

Yani CHP kendisiyle yüzleşmeye başladı.

Siyaset son yıllarda müthiş bir değişime uğruyor.

Bu değişime ayak uyduramadığın zaman kaybetmeye mahkûmsun.(Örnek: Ankara, Antalya, Adana, Mersin ve İstanbul)

*

Sözün özü şu:

Demokratik ülkelerde tekrarlanan seçim zaferleri, liderlerin “hubris sendrom hastalığına” yakalanmayı beraberinde getiriyor.

Bu nedir derseniz?

İzah edeyim:
 

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ