Kahramanmaraşlı yazar Ali İlbey, bugünkü yazısında "En iyi Türk ölü Türktür; en iyi Kürt ölü Kürttür" diyerek, "Türkiye’nin bu hâle gelmesinin tek müsebbibi Türk ve Kürt nekrofillerdir" tespitinde bulunuyor.

Yazıları habervaktim.com ve Kahramanmaraş merkezli bazı internet sitelerinde yayımlanan İlbey, yazısının sonunda " ulusalcı etnik egemen devlet için ölecek ihtiyaca cevap verdiği nisbette insan sayılır. Demek ki nice ölüsevicilerin şiirlerini edebî eser diye okuyor, nice nekrofillerin yanı başımızda dolaştığını fark etmeden yaşıyoruz" diyor. Ali İlbey'in "En iyi Türk ölü Türktür; en iyi Kürt ölü Kürttür" yazısı şöyle:

“EN İYİ TÜRK ÖLÜ TÜRKTÜR; EN İYİ KÜRT ÖLÜ KÜRTTÜR”

Nekrofil Türk ve Kürt ulusalcılarına göre “en iyi Türk, ölü Türk’tür; en iyi Kürt, ölü Kürt’tür.”  Daima “bugün yeni bir cenaze yok mu, ölü yok mu?” bekleyişi içindedirler. Ölenler azaldıkça “hegemonik” varlıkları krize girer. Çünkü dostluğa, barışa, huzura ve medenî olana düşmandırlar.

Türkiye’nin bu hâle gelmesinin tek müsebbibi Türk ve Kürt nekrofillerdir. Askerî ve siyasî darbeciler, “her ne pahasına olursa olsun kan dökülsün, insanlar ölsün, fakat iktidar mutlaka bizde olsun” uğruna sokakları bir anda ölüsevicilerin ve ölenlerin çatıştığı bir arenaya çevirmekten çekinmezler.

Türkiye’de bir kısım siyasî, askerî ve adlî üst sınıf mensubu ulusalcı oligarşi, “hegemonya” kavgasında bir baskı ve iktidar aracı olarak ölüsevicilikten ve şiddet yoluyla ölenlerin çoğalmasından sinsî bir haz duyarlar. Sözde Türk ve Kürt ulusalcı dâvanın yolunda ne kadar çok ölen olursa iktidarlarına gün doğar ve varlıkları öne çıkar.

PKK'lı nekrofillerin düşünce ve eylemlerinde “kanla arınıp kanla kirlenmenin” fetişizmini yaşarlar. Ölümseverliği kışkırtarak, ölenleri gayelerine vasıta yapmalarında sosyal darvinist yaklaşım vardır. Bu iki nekrofil harekete göre dökülen kan, ulusalcı dâva ve iktidar için dökülen kandır.

Hegemonyaları için ölenler ve öldürenler çoğaldıkça neşelenir, iktidar şehvetleri genişler, nekrofilik hazları artar. Öldürmekten sürekli ideolojik haz duymaya başlarlar ki bu, insanlığın çürümeye başlamasıdır. Kitle ölümlerinin sürekliliğinden aynı şekilde haz duymaları varlıklarını ölümseverlik üstüne kurmalarındandır. Nekrofil tavırda yapılmak istenen, insana ait olanın bizzat insan değil, onun eşyalaştırılması ve mekanikleştirilmesidir. Yani "soyutlaştırılarak" bir gücün emri ve menfaati doğrultusunda ideolojik olarak merkezileştirilmesidir.

Sözde, Türklüğü öne çıkaran ulusalcıların düşüncesinde milletin tekâmül ettirerek yaşattığı kültür ve medeniyet değerlerinin, kutsal ve tarihî olanın sosyolojik bakımdan hiçbir değeri yoktur. Değerler sadece ideolojilerine bir vasıta olarak kullanılmaya elverişli ise “uygun” sloganlar olarak sahtece benimsenir.

Ulusalcı nekrofiller aynı zamanda rûhen bir despot olduğu için milletin yaşattığı sulh ve sükûnu da gerici bir duraksama sayarlar. Milleti kaynaştırmış değerlerle tabiileşmiş bir hayatı, “ulusalcı dâva”dan ve “doktrin” den değersiz kabul ederler.

Nekrofil düşünce ve karakter taşıyan ulusalcı milliyetçilik devlet ve iktidar adına, tabii millet yapısını kendi hegemonyası için bozar. Milleti, Alman, Fransız ve Rus halkçılığının değerlerinden kopya edilmiş bir sistemle "nation"laştırmaya, yani laisist bir “ulus” hâline getirmeye çalışır. Bu emellerini gerçekleştirmek için ideolojik kışkırtmalarla “yaşasın ulusal devlet” sloganlarıyla darbelere başvurur.

NEKROFİLLER, İKTİDARI KANLA VE ÖLENLERİN VARLIĞIYLA ELDE EDERLER

Türk ve Kürt ulusalcılara göre, milletin kendi zemininde hayatını yaşaması ve tabii olarak değişmesi suçtur. Ulusalcı nekrofiller, meseleleri istişare ve hürriyet zemininde değil, kaba kuvvetle hallederler. Milletin asırlardır oluşturduğu değerler üzerindeki uyumluluğu iki tarafın da iktidar hegemonyalarına aykırıdır. Bu uyumluluk nekrofilik iktidar hırslarını kabartır ve provokasyonlara başvururlar. Sloganları aynıdır:

“Devletimizin bekâsı için yaşasın ulusalcı darbeler! Yaşasın Kürdistan hareketi!” Milletin bünyesinde yaşayan “kötü”yü uzaklaştırmak için “iyi” adına iktidarı ele geçirmek üzere “ulusalcı dâva”yı öne sürerler. “İyi” ve “kötü”,  nekrofil Türk ve Kürt ulusalcının şiddete dayalı iktidar ideolojisine göre anlam kazanır. Bunu yaparken, toplum nezdinde kabul görmüş değerleri hiçe sayarak sözde “büyük ideallerini”, “devrimlerini” ve “ulusal devletlerini” kutsallaştırırlar.

Bir yazarın tesbitleriyle “…kan akıtmanın ‘kötü’ değil, ‘gerekli’ görülmüş olmasıdır. Hattâ kan dökme, şiddet, zulüm, işkence, insanoğlunun aşağılanması; o ‘kanlı yıllar’da göklere çıkartılmış, yüceltilmiştir.  Nefret kutbuna duyulan kin, onun fizik olarak imha edilmesi isteğine yol açar. Böylece en vahşi cinayetler, en güzel kavramlar adına ve ‘görev’ duygusuyla icra edilir. Cinayet, câni tarafından suç duygusuyla değil, ‘ulvi’ duygularla yapılır.”

KÜRTÇÜ BDP NEKROFİL, KÜRT ABDÜLMELİK FIRAT BİYOFİLDİR  

Kürtçü ulusalcı ve PKK’nın siyasî uzatısı olarak BDP’nin düşünce ve siyaseti nekrofil, Kürtlüğün dirlik ve huzurunun İslâm’da, Said-i Nursi’nin çizgisinde ve Millî Mücadele’deki “Hakk’a tapan millette” olduğunu söyleyen Kürt kökenli merhum siyasetçi Abdülmelik Fırat biyofildir. Nekrofillerin sivili de var, üniformalısı da. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin generalleri, albayları ve Millî Birlik Komitesi’nin üyeleri ulusalcı nekrofilinin uç örnekleridir.

12 Eylül Cuntası’nın, “ihtilâlin olgunlaşması için” anarşinin daha da azmasını, Kahramanmaraş ve Çorum Olayları gibi yüzlerce provokatif cinayetlerin geçekleşmesini beklemesi ve uygulamaları nekrofilinin en şenî yüzüdür. Yine askerî ulusalcılığın şenaat cephesi olan “28 Şubat” ve “Balyoz Darbecileri”nin generalleri nekrofil tipinin amansız birer prototipleridir. Kapılarını ulusalcı rektörlerin tuttuğu üniversitelerdeki laikçi baskı ve başörtüsü zulmü de nekrofilik özellikler taşır.   

KEMALİST MİLLİYETÇİLİK NEKROFİL, SEYİT AHMET ARVASİ’NİN MİLLİYETÇİLİĞİ BİYOFİL

Altı Ok milliyetçiliğinin milletle uyuşmayan teorik ve dayatmacı yapısı nekrofil tavrın devletçi örneğidir. “Hakk’a tapan millete” rağmen ilân ettirilen vesayetçi cumhuriyetin program ve uygulamaları İslâmî zeminli millî gerçeklerle bağdaşmadığı için şedit bir nekrofili ihtiva eder.  Marksizm, Komünizm gibi nekrofil yabancı düşüncelerin Türkiye'yi sardığı yıllarda, millet adına savunmacı hareketler bir süre sonra nekrofil duruma düşürülmediler mi?

Din-i mübin’den neşet eden değerlerle donatılmış yaşatıcı ve medeniyetçi bir milliyetçiliği savunan Nurettin Topçu, Seyit Ahmet Arvasi ve Galip Erdem biyofil milliyetçiliğin örnekleridir.

NEKROFİL FİKİRLERİYLE NİHAL ATSIZ

Nihal Atsız, fikirleriyle dozu yüksek bir nekrofildir. Şiirlerindeki “kahraman”, İslâmî bir gâza uğruna savaşa giden biri değil, Müslümanca bir adâlet ve merhametten mahrum faşist bir savaşçının nekrofil özelliklerini taşır: “Ölümden korkmayan, savaşı göze alan yaratık, ancak ülkenin insanıdır / Kahramanlık, saldırıp bir daha dönmemektir / Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara / Anlamayız hayatı felsefeyle ilimle / Ceylan gözlü güzeller kahramanı oyalamaktan başka bir şey yapmazlar / Onun kahramanlığını göstermesini engeller / Kahramanın sevgilisi kılıç ve süngüdür / Savaş ve er meydanı bize mezar olmalı”

Nekrofili kokan şiirlerinden seçtiğim bu mısralar hangi kültür ve medeniyet ölçülerine vurulursa vurulsun sonuçta insanî olmayan fikirler telkin ettiği şaşmaz bir gerçektir. Fütühat, kahramanlık, saldırganlık, savaşçılık kavramları, Kur’an hükümlerine göre değil, faşist etnik yapısıyla egemen olan devletin adına ölümseverlikle aynîleşerek anlam kazanır. Ölmek, ilahî bir sebep ve sonuç değil, dünyevî bir gayedir.

“Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara” mısraı ağır nekrofili taşıyan bir ruhun dilinden fışkıran hezeyandır. “Anlamayız hayatı felsefeyle ilimle” mısraı de yine yüklü bir nekrofili ihtiva etmektedir. “Hukuk Roma’nın, Din Arab’ın, savaş Türk’ün...” gibi mısralarında da patolojik ve saldırgan bir ölümseverlik fikri vardır. Birçok şiirinin telkin ettiği fikir, İ’lâ-yı Kelimetullah üzere bir fetih ve savaş fikri değildir. Bu dünyada kahramanın “sevgilisi ceylan gözlü güzeller” değil, “kılıç ve süngüdür”  demek, aile hayatını, Allah’ın emri olan evliliği, çoluk çocuğa karışmayı, biyofiliyi, yani yaşatıcı bir hayatı inkâr etmek demektir. 

Atsız’ın etnikçi egemen ölümseverlik fikrinde sevgiye değil, saldırganlığa övgü vardır. Sevgisi, aşkı, merhameti olan kişiyi insan yerine koymaz. Kalbi olmayan “tunçtan bir kahramana” etnikçi egemen devlet adına düşmana saldırmasını emreder. Onun, “kahraman” dediği, etnik ulusal devletin bir kölesidir. Ona göre kahramanın görevi, yalnızca düşmanları öldürmek ve kurgulanmış ideolojik “dâva”da ölmektir.

Bu şoven zihniyete göre “Kahraman”, ulusalcı etnik egemen devlet için ölecek ihtiyaca cevap verdiği nisbette insan sayılır. Demek ki nice ölüsevicilerin şiirlerini edebî eser diye okuyor, nice nekrofillerin yanı başımızda dolaştığını fark etmeden yaşıyoruz. 

İLETİŞİM: [email protected]