BİRİNCİSİ...
 

Büyükşehir Belediyesi’nde, seçimler biteli 3 yıla yakın olmasına rağmen hala kadrolaşmanın devam etmesi…
 

*
 

İKİNCİSİ…
 

Suriyeli Mültecilerin-sığınmacıların her geçen gün 5-6-7 çocuk yapmalarına yani üremelerine dur denilmemesi…
 

*
 

Birincisi ile başlayalım:
 

Büyükşehir Belediyesinde neden bu kadrolaşma hala tamamlanamıyor?
 

Gün geçmiyor ki, görev değişiklikleri olmasın…
 

Şehir halkı hizmet beklerken Belediye teşkilatı sil baştan yeniden dizayn ediliyor…
 

Züver Çetinkaya gitti…
 

Neden gitti?
 

Bilen yok…
 

Aldığımız kulis bilgisine göre; Hayrettin Bey’in bir toplantıda Züver Bey’e bağırması üzerine böyle bir karar alıp Ankara’da ki dostları aracılığıyla kendini bu şehirden ve Belediye’den uzaklaştırma yolunu seçmesi sürpriz oldu…  
 

Oysa Züver Bey, Elazığlı olmasına rağmen bu şehirden ev almış ve yerleşmeyi düşündüğü bilinen bir gerçekti…
 

Kırıldığını düşünüyorum…
 

Kendisine bağrıldıysa…
 

Ki öyle konuşuluyor…
 

Takriben 2014 yılından bu yana Kahramanmaraş Belediyesi’nde önemli görevler üstlenip bu şehrin insanlarını tanıyan bir ismi eğer kırıp kaçmasına sebep olunduysa vay halimize…
 

*
 

Yerine kim geldi?
 

Ulaşım Daire Başkanı Melike Özdemir…
 

Daha önce de Erkoç döneminin İmar Daire Başkanıydı…
 


 

Organ ve Teşkilat çizelgesine bakınca bir yer değişikliği daha yapıldığını gördüm…
 

Özel Kalem Müdürü Alaettin Parlak, Genel Sekreter Yardımcılığına getirilmiş…
 

Ne ala ne ala…
 

Alaettin Parlak kim?
 

Hayrettin Bey’in kuzeni olduğu söyleniyor…
 

Bence de Özel kalem Müdürlüğünden alınması iyi olmuş…
 

Özel kalem Müdürlüğün de başarısız bir yönetim gösterdiğini düşünüyorum…
 

Mesela Hayrettin Bey’le benim aramın açılmasına o sebep olmuştu…
 

Mutlaka başka kişilerde aynı şikâyetlerde bulunacaktır…
 

Bakalım Genel Sekreter yardımcılığında, aynı Özel Kalem Müdürlüğünde olduğu gibi başarısız bir yönetim göstermez umudundayım…
 

Başkan’ın Kuzeni olması ona bazı kapıları açabilir ama şunu unutmamalıdır, seçimlere az bir süre kaldı…
 

Koltuklar kimseye baki değil…
 

*
 

Belediye ile yazımı yine bir kulis bilgisiyle kapatmak istiyorum…
 

İmar Daire Başkanı Fatih Bülbül’ün, Genel sekreter yardımcılığı görevine kendisinin getirilmesini beklediğini, kendisine verilmeyip Melike Özdemir ile Alaettin Parlak’ın o göreve getirilmesine içerlediğini, ''her projede benim imzam var. O göreve ben layıktım'' diye etrafına serzenişte bulunduğunu, bu yüzden 30 güne yakın izin kullandığını, şehir dışına çıktığını ve telefonları kapattığı konuşuluyor…
 

Eğer durum böyleyse, belediye içerisinde yakın bir zamanda yine kadrolaşmada sorun yaşanıp, yeni yeni isimleri duyacağımız aşikârdır…
 

Mehmet Ertürkmen’in emekliliğini isteyeceği ve Nihat Yıldız’ın da bir görev yeri bulduğunda ailevi sebepten ötürü gideceği iddia ediliyor…
 

İlerleyen günlerde Keçiören İlçesi’ne gidip, Nihat Yıldız ile ilgili bir dizi röportaj yapacağımı buradan duyuruyorum…
 

*
 

Gelelim Suriyeli Mülteci-sığınmacıların her geçen gün 5-6-7 çocuk yapmalarına yani üremelerine dur denilmemesi konusuna…
 

Ülkemiz bir nevi göçmen istilasına uğramış gibi…
 

Suriyeli mülteciler derken şimdi de Afganlılar gruplar halinde ülkemize geliyorlar…
 

*
 

Türkiye Cumhuriyeti 1920’li yıllardan 1990’ların ortalarına kadar balkan topraklarında yaşayan yaklaşık 1.5 milyon mülteciye ev sahipliği yapmıştır. Bu nedenle 1989’da ilk olarak Bulgaristan’ın komünist rejiminden kaçan 300 bin den fazla Pomak ve Türklerden oluşan Bulgar vatandaşları Türkiye’ye sığınmıştır.
 

Bulgar vatandaşlara ev sahipliği yapan Türkiye aynı zamanda da onların Türk vatandaşlığı kazanmalarının yolunu açmıştır. 1991 yılına gelindiği zaman ise Türkiye Saddam Hüseyin’in Kürtleri ve Kuzey Irakta yer alan diğer azınlıkları hedef alanların şiddetinden kaçan yarım milyona yakın sığınmacının kitlesel sığınmasına olanak tanımıştır. Bu kitlesel göç Türk sığınma politikasında derin ve uzun süreli etkiler yaratmıştır. 1994 yılında ise hükümet aksi yönde bir karar almadığı müddetçe mültecilerin Türkiye sınırını geçmeden cevap verilmesi gerektiğini belirten bir yönetmelik benimsenmiştir. Bu yönetmelik kapsamında resmi makamlara, bu mültecilerin sınır bölgelerindeki kamplarda yaşamaları gerektiği söylenmektedir. Dahası mülteci kabulü ve bireysel sığınma başvuru süreçlerinin varlığını tanımlamaktadır.
 

1951 yılında mültecilerin hukuki statüsüne ilişkin yapılan Cenevre sözleşmesini coğrafi kısıtlama ile kabul etmesine paralel olarak 94 yönetmeliği ise mülteci statüsü alma hakkını Avrupa da meydana gelen birtakım olaylar nedeniyle sadece sığınma arayan kişilerle sınırlı tutmuştur. 1990’lı yıllarda 50 bin civarında Arnavut ve Boşnak mültecinin Türkiye’ye akın ettiğini söyleyebiliriz. Menşei ülkelerinde istikrar sağlanıncaya kadar çoğu ülkesine geri dönmüştür fakat bazıları evlilik, istihdam ve vatandaşlık alma gibi nedenlerle topluma entegre olmuşlardır (Kirişci, 2014:13).
 

*
 

Türk halkı, Arnavut ve Boşnak mültecileri benimsemiş ancak Suriyeli Mülteciler ile Afganlı mültecileri benimseyememiştir…
 

Doku uyuşmazlığı yani sosyal ve kültürel entegrasyonu sağlanamamıştır…
 

Mülteci kadınların 2011 yılından bu yana bir nevi üremeleri, yani çoğalmaları, ilerleyen yıllarda Türk halkı arasında da sorunlar çıkacağı öngörülmektedir…
 

Her Suriyeli kadınların 3-5-7 gibi çocuk doğurmaları, azınlıktan kitlesel çoğunluğa kavuşmaları, yarın bir gün ülkemizde sorunlar yaşatacağı bir gerçektir…
 

Son günlerde başta Millet İttifakı olarak iktidara geldiklerinde Suriyeli Mültecilerin ülkelerine gönderilmesine karar vereceklerini söylemeleri, toplumda karşılık bulmuş ve Cumhur İttifakı oyların düşmesine baş sebep ekonomiden sonra geldiği görülmektedir…
 

Bu yüzden Cumhur İttifakı yani AK Parti Suriyeli Mülteci konusunda söylem değişikliği içerisine girdiği ve kamuoyuna bu yönde mesajlar verdiği herkesin malumudur…
 

Ve ben bu şehirde yaşayan bir vatandaş ve bir yazar olarak, Suriyeli Mülteciler konusunda özellikle Mülteci kadınların doğum kontrol olaylarına, Devletimiz bir el atmadığı ve bu mültecilerin ülkemizde kalmaya devam ettikleri sürece, yarın bir gün Türk Milleti olarak azınlıkta kalan bir Millet olmaya doğru gidildiğini hatırlatmak isterim…
 

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığının finansal olarak desteklediği "2018 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması" (TNSA) sonuçlarına göre;
 

''2018 yılı Türklerde kadın başına ortalama 2.3 çocuk olan doğurganlık görülürken, Türkiye'deki Suriyelilerde ise kadın başına ortalama 5.3 çocuk seviyesinde olduğu ortaya çıktı.''
 

2018 ile 2021 arasında 3 yıl gibi uzun bir süre var…
 

*
 

2021 yılı doğum oranlarını tahmini olarak şunu diyebilirim:
 

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ...