Bir ülkede Demokrasinin varlığını gösteren erkler, Yasama, Yürüme ve Yargı’dır. Bunların dışında demokrasinin varlığını gösteren dördüncü erk de basındır. Basın bir toplumun hür sesidir. Basının olmadığı veya tek renk olduğu ülkelerde demokrasiden bahsedilemez. Nasıl ki yasama yürütme ve yargı erkleri farklı kurumlara verilmiş ise basın da farklı gruplarda olmak zorundadır. Eğer Yasama, Yürütme ve Yargı erkleri bir kurumun hegemonyasın da ise orada demokrasiden bahsedilemez. Basının tek bir ağız olması ve farklı seslerin susturulması demek demokrasinin yokluğu demektir. Bu nedenle ne kadar çok basın grubu ve ses var ise o kadar çok demokrasi, ilerleme ve gelişme vardır.

Basının bir ülkeyi tek başına yönlendirmesi; yargı, yürütme ve yasama güçlerini etkilemesi boyunduruk altına alması ne kadar tehlikeli ise yürütmenin de basını yönlendirmesi ve yönlendirmeye çalışması bir o kadar tehlikelidir. Bizim en büyük sorunumuz bu dengeyi koruyamamak olsa gerek. Bence suçun büyüğü okuyucu kitlesindedir. Daha doğrusu okumayıcı (okumayan) ve okuduğuna sahip çıkmayan kitlededir. Halkın basını satın alma, takip etme ve okuma görevi vardır. Bu görevi yapmadığı için basını başkaları, firmalar veya yöneticiler almaktadır. Bu da beraberinde bazı basın kuruluşlarının satın alınması ve satın alan firmanın ya da yöneticinin borusunun ötmesi anlamına gelir. Bu basın kuruluşları çarkın dönmesi için kendisini kim besliyorsa onun sesi oluyor. Onun sesi olmuyorsa da aleyhinde yazmıyor veya yazdırmıyor. Eğer halk okuma alışkanlığı edinir, yerel ve ulusal basınını satın alırsa, halk basını satın almış olacak, böylece basın kendisini besleyen halkı destekleyecek ve halkın sesi olacaktır. Maalesef bizde basın halkın desteğini alamamakta alamadığı için ayakta kalabilmek adına birilerine ihtiyaç duymaktadır. Bu da onların sesi veya sessizliği olması anlamına gelmektedir. Hiç kimseden para almadan ayakta kalmaya çalışanlar ise maddi gücü oranında dayanmaya çalışmakta ve pes edene kadar devam etmektedir. Zira kimse Karun kadar zengin değil zaten olsa da harcamaz. Ulusal basın bile bu durumda iken yerel basın ne yapsın? Hepsi birlik olup direnemeyeceklerine göre onlarda başka çare bulmak zorunda.

Sadece konuşmak ve eleştirmekten başka iş yapmayan halk, konuştuğunun yarısı kadar yerel ve ulusal basına sahip çıksa onu alsa, basını kimseye muhtaç etmeyecek ve basın onların yerine halkın sesi olacaktır. Devir ekonomi devri ekmek almak için bile paraya ihtiyacın olduğu bir dönemde parasız özgür basın oluşturmanın imkânı yoktur. Hele de günümüzde. Basını bir güç ve para kaynağı gören mi dersin, çıkarları için yapmadığı kalmayan mı? Her biri bin çeşit. Bu tipler ayakta kalabilmek ve birilerinden nemalanma adına çeşitli yollar denemektedir. Böylece kendi gücüyle ayakta duran gerçek basına alternatif besleme basın oluşmaktadır. Bu anlayış güçlü ve doğru basınında diz çökmesine neden olmaktadır. Gereksiz, amaçsız ve sadece nemalanma ve fırsatçılık için kurulan bu kurumlar diğer onurlu basına köstek olmakta ve onların elini kolunu bağlamaktadır. Böylece hem iktidar hem muhalefet yanlısı bir sürü çıkarcı gazeteler ve gazeteciler türemektedir. Al gülüm ver gülüm misali çıkar ilişkisi üzerine bir düzen kurulmuş ve birbirlerini desteklemişlerdir.

Aslında sorun iktidar veya muhalefetin borazanı olmak değil. Çünkü her dönem ve çağda kimileri iktidarın kimileri muhalefetin borazanı olmuştur. Amaçları sadece onları savunmak ve onların çıkarını kendi çıkarı bilmek olan hep olmuştur. Ve bu normal bir şeydir. Önemli olan onların değil, orta kesimin ve doğruları savunan gerçek basının varlığı ve ülkede etkin olmasıdır. Hani nasıl ki ülkede çok zengin de çok fakir de olur. Ancak ölçü orta sınıftır ya. İşte basında da önemli olan hem iktidar hem de muhalefete sert eleştiriler getirebilecek basının ve basın mensuplarının varlığıdır. İş sadece iktidara veya muhalefete vuran kişilerin varlığı değil. Yeri geldiğinde ikisine de vurabilecek güç ve anlayışa sahip basının olmasıdır. Muhalefetin veya iktidarın borazanı olan basından ve basın mensubundan çok halkın borusunu öttüren basın kurumları ve mensuplarının varlığıdır. Bunlar halkı bilinçlendirecek ve halkı doğru yönlendirecektir. Ama maalesef demokratik olamayan ülkelerde muktedir olanların en sevmediği ses faklı seslerdir. Muktedirler daima tek ses ister ve basının da farklı seslerini törpüleme yoluna gider. Bu yılardır sürdürüle gelen bir adet olmuş. Törpüleme işini yapanlar bunu vatan ve millet adına yaparak halkın da desteğini almaya çalışır.

Ama biz unutuyoruz bizi özel kılanın bizden olmayan olduğunu. Bizi gösteren şeyin farklılığımız olduğunu. Bizi farklı kılan şeyin farklı renklerimiz olduğu gibi demokrasiyi de diğerlerinden farklı kılan muhalif ve farklı renkte basının varlığıdır. Muhalif basının olmadığı bir ülke Kuzey Kore, Çin, Rusya gibi anti demokratik ülkelerdir. Orada demokrasiden değil diktadan bahsedebiliriz. Muhalif basının bizim için ne kadar önemli olduğunu 15 Temmuz darbe gecesi görmüştük. O gece Cumhurbaşkanımız telefonla hangi kanala ve kişiye bağlanmıştı? Neden yedi yirmi dört Erdoğan’ı öven ve onu yücelten kanallara ve kişilere değil de, rakip veya muhalif olan Doğanların kanalına bağlandı? Neden muhalif bir kanala bağlandı da iktidar yanlısı bir kanala bağlanmadı? Bunu hiç düşündünüz mü? Ya da o gece iktidar yanlısı bir kanala bağlansaydı durum ve anlayış ne olurdu?

Unutmayalım ki, Yüce Yaratıcı hepimizi çeşit çeşit yaratmış ve herkesi farklı din, dil, mezhep veya renklere ayırmış. Yüce yaratıcının bile kendisine en sert eleştiriyi yapanları yaşattığı bir dünyada biz kim oluyoruz da farklı seslerin çıkmasına engel olmaya çalışıyoruz.

Tekrar başlığa dönecek olursak: Basın ne iktidarın ne de muhalefetin sesi olmalı, sadece ve sadece halkın sesi olmalı. Halk ne zaman basına sahip çıkar ve onun patronu olursa, basında o zaman halkın sesi olur. Basın halkın sesi olsun istiyorsan sende bir halk olarak basının desteği ve arkası olacaksın ve basını kimseye muhtaç etmeyeceksin.