Bilim insanları, küresel iklim değişikliğinin gezegendeki en hayati tehditlerden biri olduğu uyarılarına devam ediyor. Ayrıca, iklim değişikliğiyle gerektiği gibi mücadele edilmemesi durumunda, biyoçeşitlilik açısından dünyanın en zengin bölgelerindeki canlı türlerinin yarısının bu yüzyıl sonuna kadar yok olabileceğini açıklıyor.

İklim değişikliği tehdidiyle mücadelede "isteksiz" görünen sanayileşmiş ülkelere ve tüm insanlığa etkilerinin en aza indirilmesi konusunda çaba harcamaları çağrısı yapılıyor.

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres'in iklim değişikliğini "varoluşsal bir tehdit" diye nitelendirmesi ve buna karşı harekete geçilmesi yönündeki çağrısında sonra, dikkatler bir kez daha iklim değişikliğine çevrildi.

Karbondioksit hiç bu kadar yükselmedi

Sanayileşmenin ivme kazandığı 1950'lerden bugüne karbondioksit ve sera gazı salımının artmasıyla atmosferin ve okyanusların ısındığı, deniz seviyelerinin yükseldiği ve küresel ısınmanın yaşandığı bilimsel olarak kanıtlanmış durumda.

Bilim insanları son 650 bin yılın hiçbir döneminde karbondioksit oranının bugünkü kadar yükselmediğini ortaya koyuyor.

Küresel ısınmanın nedenleri

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), tüm sektörlerden uzman bilim insanlarının katılımıyla iklim değişikliğinin sonuçlarına hazırlıklı olunması ve olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi için bilimsel modeller ve raporlar hazırlıyor.

Panelin 5. Değerlendirme Raporu'nda, son 30 yılda küresel hava sıcaklığında sürekli artış görüldüğüne vurgu yapılıyor.

IPCC'ye göre, son bin 400 yılın en sıcak 30 yılı 1983-2012 arasında yaşandı. Ayrıca atmosferde biriken karbondioksit ve metan gazı seviyesi sanayileşme öncesine kıyasla yüzde 40 arttı. Atmosferde gaz birikmesinin ve sebep olduğu küresel ısınmanın 20. yüzyılın ortalarından bugüne sürekli artışı dikkat çekiyor.

Küresel iklim değişikliğine neden olan bu gelişmelerin ana sorumlusunun enerji sektörü olduğu belirtiliyor. Bu konuda bilim insanları, fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmenin önemini vurguluyor. Yenilenebilir enerjiye dayalı ve sürdürülebilir enerji için gerekli altyapının oluşturulması gerektiği konusunda uyarılar artıyor.

Dünyayı en fazla kirleten ülke Çin

Karbondioksit salımının en yüksek düzeyde seyrettiği bölgeler başta Çin ve ABD olmak üzere gelişmiş sanayiye sahip ülkeler. Hindistan, Rusya ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri bu iki gelişmiş ekonomiyi takip ediyor.

Karbondioksit salımında en büyük pay yüzde 29 ile Çin'e ait. ABD yüzde 19 ile 2. sırada yer alırken, Hindistan yüzde 6,8, Rusya yüzde 5, Japonya ise karbondioksit salımında yüzde 4 paya sahip. AB genelinde ise karbondioksit emisyonu dünya genelinin yüzde 9,6'sını oluşturuyor.

Gerekli tedbirler alınmazsa insan hayatı olumsuz etkilenecek

Bilim insanlarına göre, sanayileşme ve karbondioksit salımının yüksek olduğu ülkeler sera gazı emisyonlarını azaltmak için gerekli tedbirleri almazlarsa küresel sıcaklık önemli ölçüde artacak ve insan hayatını birçok alanda olumsuz yönde etkileyecek.

IPCC, Akdeniz Havzası'nın iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgeler arasında yer aldığını açıklıyor. İklim değişikliğine bağlı karbon emisyonlarının kontrolsüz şekilde artmaya devam etmesi durumunda dünyanın biyoçeşitlilik açısından en zengin bölgelerindeki canlı türlerinin yarısının bu yüzyıl sonunda yok olabileceği uyarısı da dikkat çekiyor.

Kyoto Protokolü sera gazı emisyon azaltımını hedefledi

İklim değişikliğiyle mücadelede uluslararası alanda BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, bu mücadelenin hukuki temellerini oluşturuyor. Bu çerçevede taraf ülkeler sera gazı emisyonlarını azaltmanın yanı sıra bu konuda araştırma ve teknoloji üzerinde iş birliği yapma hedefiyle yola çıktı.

İklim değişikliğiyle mücadelede ileriye dönük temel bir adım teşkil eden sözleşmenin yanında sera gazı emisyonlarının küresel ölçekte artmaya devam etmesi ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin giderek daha fazla hissedilir olması üzerine Kyoto Protokolü kabul edildi.

Kyoto Protokolü ile yüksek sera gazı emisyonuna sahip ülkeler farklı oranlarda sera gazı emisyon azaltımı ve sınırlandırması gibi yükümlülükler üstlendi. Ancak sera gazı emisyonları yüksek olan ABD ve Avustralya gibi ülkeler bu protokolü imzalamadı.

Paris Anlaşması ile sosyo-ekonomik dayanıklılık

İklim değişikliğiyle mücadelede 2020 rejimin çerçevesini oluşturan ve 2015'te kabul edilen Paris Anlaşması, iklim değişikliğiyle mücadelede farklı bir yöntem hedefleniyor.

Gelişmiş, gelişmekte olan ülke sınıflandırmasına ve tüm ülkelerin "ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler" ilkesine göre sorumluluk üstlenmesi anlayışına dayanan Paris Anlaşması, iklim değişikliği tehlikesine karşı küresel sosyo-ekonomik dayanıklılığın güçlendirilmesini amaçlıyor.

Önlemler konusunda gelişmiş ülkeler "isteksiz"

Gelecekte insanlığı etkileyecek en önemli krizlerden biri olan iklim değişikliğiyle mücadelede alınması gereken önlemler konusunda özellikle gelişmiş ülkelerin isteksizliği öne çıkıyor.

Uzmanlar, bu ülkelerin, sanayileşme tarihleri boyunca atmosferde neden oldukları gaz emisyonlarıyla ilgili üzerlerine düşen sorumluluğu alması gerektiğini anlatıyor. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliğiyle mücadelede gerekli teknik donanım ve desteği sağlamaları gerektiğini de açıklıyor.

ABD Başkanı Donald Trump, ekonomik çıkarlarına uymadığını savunarak Paris İklim Anlaşması'ndan ülkesini çekme kararı alması buna zıt bir örnek teşkil ediyor.

Bunun yanı sıra ABD gibi gelişmiş ülkelerin birçoğu özellikle kömür bazlı fosil yakıt kaynaklarını tamamen kapatmaya söz vermiş olsa da henüz istenilen adımlar atılmış değil.