Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Ayasofya'nın ibadete açılıp açılmamasının Danıştayda görüşülmesini eleştirerek, "Biz bu vesayeti bitireli yıllar oldu. Ne zamandan beri bürokrasi dini bir mekan için, camimiz için nihai kararı veriyor?'' dedi.

Gelecek Partisinden yapılan yazılı açıklamaya göre, Davutoğlu, sosyal medya hesaplarından gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 

Ahmet Davutoğlu, Kovid-19 için aşı çalışmalarının 2021'i bulabileceğinin ifade edildiğini hatırlatarak, "yeni normal" olarak tanımlanan süreçte maske, mesafe ve temizliğin önemini vurguladı.

Bu çerçevede, yönetim kademesinin iş, mesai, sosyal yaşam ve eğitim gibi alanlarda revizyon yapması gerektiğini savunan Davutoğlu, toplu taşımada yolcu yoğunluğunun azaltılması için mesai saatlerinde "kademeli saat" uygulamasının hayata geçirilebileceğini belirtti.  

''HASTANE YÖNETİMLERİ BU DURUMU GÖZ ARDI ETMEKTEDİR''
Ahmet Davutoğlu, hekimlerin hastalardan test istemesi ile ilgili zorlaştırıcı uygulamaların gündeme geldiğini iddia ederek, "Örneğin ameliyat edilecek hastalara test yapılması cerrahi branş hekimlerinin korunması açısından önem arz etmekte iken hastane yönetimleri bu durumu göz ardı etmektedir. Test ile ilgili bu sorun bir an önce çözüme ulaştırılmalıdır." ifadesini kullandı.

AYASOFYA'NIN İBADETE AÇILMASI
Ahmet Davutoğlu, Ayasofya'nın ibadete açılıp açılmamasının Danıştayda görüşülmesini eleştirerek, şunları kaydetti: "Biz bu vesayeti bitireli yıllar oldu. Ne zamandan beri bürokrasi dini bir mekan için, camimiz için nihai kararı veriyor? Sizin siyasi iradeniz yok mu? Ülkeyi siz yönetmiyor musunuz? Ayasofya'nın veya herhangi bir dini mekanın kaderine Danıştay mı karar verecek gerçekten? Biz bu milletin bir ferdi, bu ülkenin bir vatandaşı ve bir Müslüman olarak bundan haya ederiz. Ayasofya fetihle, kılınan namazlarla, edilen dualarla cami olmuştur. Dün Danıştayın verdiği olumlu veya olumsuz kararlar başörtüsüyle ilgili duruşumuzu nasıl değiştirmediyse, bugün de Ayasofya ile ilgili vereceği kararı beklemeyiz."

EKONOMİDE GELECEK MODELİ
Ahmet Davutoğlu, Kovid-19 salgınının başından itibaren hükümetin tasarruf önlemi açıklamadığını savunarak, krize rağmen bütçede revizyona gidilmemesini de eleştirdi. Kısa vadede yapılması gerekenlere yönelik "Ekonomide Gelecek Modeli" çalışmasını hazırladıklarını anımsatan Davutoğlu, ''sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarının artırılması'', ''salgınlara karşı toplum direncinin artırılması için gerekli tüm harcamaların bugünden planlanması'' gibi öneriler sundu.

"ŞEHİRLER ARASI SEYEHAT EDECEK YOLCULARIN MUTLAKA TESTLERİ YAPILMALIDIR''
Hafta sonu yapılacak Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) için gerekli tedbirlerin alınması, adayların sınav süresince maske takamayacakları düşünülerek aralarındaki mesafenin en az 2 metre olarak ayarlanması gerektiğini kaydeden Davutoğlu, "Şehirler arası seyahat edecek yolcuların mutlaka testleri yapılmalıdır. Anadolu şehirlerinde vaka sayılarındaki artış genellikle büyük şehirlerden memleket ziyaretine gidenler kaynaklıdır. Önlem alınmaz ise vaka sayılarında artışın önü alınamayacaktır. Maske kullanımı zorunlu olduğu halde kontrollerde esnek davranıldığı görülmektedir. Bu konuda mutlaka daha ciddi tedbirler alınmalıdır." değerlendirmesinde bulundu.

KADIN CİNAYETLERİ
Sürekli konuşulan ama gerekli önlemlerin alınmadığı can yakıcı konulardan birinin de kadın cinayetleri olduğunu belirten Davutoğlu, bu konuda gerekenlerin yapılması için desteğe hazır olduklarını söyledi. 

İşte Davutoğlu'nun konuşmasının tamamı şöyle;

Covid-19 salgınının hayatımıza etkisi artarak devam ediyor. Yeni normalleşme sürecindeki hasta sayısı verileri maalesef beklentilerin üzerinde seyretmekte. Bu durum alınan tedbirlerin uygulanması aşamasında yetersizlik olduğunu göstermekte. Bilimsel çalışmalar Covid-19 dan korunmada henüz aşı geliştirilemediği için tek etkin yolun, insandan insana bulaşmayı önlemek olduğu konusunda hemfikir. Aşı çalışmalarının 2021 yılını bulabileceği ifade edilmekte. Bu durumda Maske-Mesafe ve Temizlik üçlüsü hayatımızın yeni normali. Yaşantımızı bu normal üzerine kurmak durumundayız. Yönetim kademesinin de iş, mesai, sosyal yaşam, eğitim gibi alanlarda buna göre revizyon yapması gerekmekte. Gölge kabinemizdeki Sağlık Politikaları Başkanlığımızın tesbitleri doğrultusunda acil önerilerimizi şöyle sıralayabiliriz:

1. Toplu taşımada yolcu yoğunluğunun azaltılması için mesai saatlerinde kademeli saat uygulaması hayata geçirilmelidir. 

2. Son günlerde hekimlerin hastalardan test istemesi ile ilgili zorlaştırıcı uygulamaların gündeme geldiği ifade edilmekte. Örneğin ameliyat edilecek hastalara test yapılması cerrahi branş hekimlerinin korunması açısından önem arz etmekte iken hastane yönetimleri bu durumu göz ardı etmektedir. Test ile ilgili bu sorun bir an önce çözüme ulaştırılmalıdır.

3. Lise giriş sınavı hafta sonu yapıldı. Özellikle büyük şehirlerde sınav salon girişleri önündeki görüntüler alınan tedbirlerin yetersizliğini gözler önüne sermiştir. Önümüzdeki hafta yapılacak Üniversite giriş sınavlarında aynı hataların yapılmaması için tedbirler gözden geçirilmelidir. Adayların sınav süresince maske takamayacakları düşünülerek aralarındaki mesafelerin en az 2 metre olarak ayarlanması gerekmektedir. Hastanede yatan adaylar hastanelerde, karantinadaki adaylar ise ayrı sınıflarda sınava alınmalıdır.

4. Şehirler arası seyahat edecek yolcuların mutlaka testleri yapılmalıdır. Anadolu şehirlerinde vaka sayılarındaki artış genellikle büyük şehirlerden memleket ziyaretine gidenler kaynaklıdır. Önlem alınmaz ise vaka sayılarında artışın önü alınamayacaktır.

5. Maske kullanımı zorunlu olduğu halde, kontrollerde esnek davranıldığı görülmektedir. Bu konuda mutlaka daha ciddi tedbirler alınmalıdır.
Bu bağlamda fedakar sağlık çalışanlarımıza bir kez daha teşekkür eder, toğlum olarak bu salgını daha fazla kayıp vermeden atlatmamızı dilerim.

Ülkemizde dört yıldır duymayı ve görmeyi özlediğimiz bir kavram var: reform. 

Bu iktidar bırakın reformlar yapmayı reform kelimesini kullanmayı bile unuttu.

En son Başbakanlığım döneminde başta Kamuda Şeffaflık olmak üzere hazırladığımız bir dizi reformdan beri bu iktidarın gündemine ciddiye alacağımız ve sonuçları da hayırlı olan bir tek reform gündeme gelmemiştir. 

Nasıl Başbakanlığım döneminde son büyük reform paketi olan Şeffaflık Reformu’na itiraz ettilerse, bugün de herhangi bir ciddi reform yapamamaktadırlar.

Reform gelecek vizyonudur. Gelecek vizyonunuz varsa reform programınız da olur.

Bu iktidarın Türkiye’nin geleceğine yönelik bir vizyonu olmadığı için, gündeminde reform da bulunmamaktadır.  

Reform umudu, daha iyi bir geleceği vaat eder. Bu iktidarın Türkiye’ye vaat edeceği bir şey olmadığı için gündeminde reform yoktur. 

Türkiye’ye bir şey vadedemediği için her gün milletimizi korkutmaktadır. Vizyonu kalmadığında ihanet, tehdit, beka, terör gibi kavramlara başvurmaktadır. Topluma umut veremediği için toplumu korkutmaya çalışmaktadır. 

İktidar reformdan uzaklaştıkça demokrasiden uzaklaşmıştır.

İktidar demokrasiden  uzaklaştıkça adaletten ve insan haklarından uzaklaşmıştır.

İktidar rasyonel yönetimden uzaklaştıkça kişi başına gelir düşmüş, işsizlik artmış ve Türkiye ekonomisi sert bir şekilde küçülmüştür.

Bu iktidarın ülkemizde demokrasiyi güçlendirecek, milli gelirimizi arttıracak, toplumsal barışımızı sağlayacak bir reform gündemi kalmamıştır. 

Reformların yerini siyasi mühendislikler, belli zümrelerin çıkarları için yapılan düzenlemeler, milletin malını ve emeğini daha fazla murdar eden yasal suiistimaller almış durumdadır.

İşini bilenin, adamı olanın, akrabası olanın, tanıdığı olanın gemisini yürüttüğü bir düzende reform da olmaz reform ihtiyacı da.

Çünkü kurumlara ihtiyaç olmaz. Kurumların olmadığı düzende de adalet ve hukuk devleti yaşayamaz.

Evet bugün bu iktidarın kurduğu düzende kurumlar, adalet ve hukuk nefes alamamaktadır.

Son zamanlarda güvenlik reformu yapacağız dediler…

İnşallah demokratik bir adım atarlar, biraz nefes alırız dedik.

Çıka çıka bekçilere silah ve zor kullanma yetkisi çıktı. 

Siyasi etik, siyasi partiler ve seçim sistemi reformu dediler.

Biz de sevindik ve tebrik ettik önce. İnşallah demokratikleşmeye, siyasi ahlaka, temiz siyasete ve daha adil bir seçim sistemine katkı sağlar dedik.

Çıka çıka beşinci sınıf ayak oyunları paketi çıktı. 

Siyasetin alanını daha da daraltan, zaten iyice işlevsizleştirilmiş milletvekilliğini adeta zincirlere vurup birer mahkûma dönüştüren, seçim sistemini ise dünyada dalga konusu olan ülkelerin sistemine benzetme girişimiyle karşı karşıya kaldık. 

Bu son girişimin, daha doğrusu siyasal hilenin tek bir gayesi var: Bizi engellemek. Milletvekillerini zapturapt altına almak ve milletin iradesine pranga vurmak. 

Herkes bilsin ki Gelecek Partisi ve milletimiz önüne konacak her türlü hilenin ve barajın üstesinden gelecek azim, inanç ve kararlılığına sahiptir.

Biz bu seçim sistemi ve bu siyasi partiler kanunu Türkiye’nin demokratikleşememesinin en önemli meselelerinin başında geliyor, bu kanunlar acilen değişmeli, bu darbe ürünü düzen millete karşı her seçimde suç işliyor derken, 1980 darbecilerinin demokratik standartlarının bile gerisine düşmüş ucube önerileri duyar olduk. 

Bizden kendilerine tavsiye: bununla da yetinmeyip daha ileri adımlar atsınlar. Mesela; İktidar ve ortakları dışındaki hiçbir parti seçime giremeyecek desinler, olsun bitsin.

Demokratik ve müreffeh Türkiye vizyonuna sahip olmayan, tek gayesi bir süre daha iktidarda kalmak olan bir iktidardan başka bir şey de beklenemezdi zaten. 

Türkiye siyasi tarihi içerisinde, toplumsal desteğini yitiren, milletle bağı zedelenen her iktidar mutlaka seçim mühendisliğine yönelmiş, milletin kendilerine vermeyeceği desteği yasal düzenlemelerle, ayak oyunlarıyla elde ederek iktidarda kalmaya çalışmışlardır. 

Milletimiz de engin ferasetiyle bu hileleri, oyunları görmüş ve boşa çıkarmıştır. 

Bu iktidar da milletle bağının koptuğunu, toplumsal desteğini kaybettiğini fark ettiği için seçim kanunuyla oynayarak iktidarını uzatabileceği yanılgısına kapılmış görünmektedir. 

Hiç merak etmeyin, milletimiz bu oyunu boşa çıkaracaktır. 

Koalisyon hükümeti açık bir şekilde demokrasi perspektifini kaybetmiştir. Temel insan hakları ve adalet perspektifini kaybetmiştir.

Ne yapacağını bilmez bir şekilde her gün alakasız bir gündemle milletin karşısına çıkmakta, sonra aynı gündemi çoğu kez kendisi de bir hafta içinde unutmaktadır.

Sorunları çözmek için değil, kamuoyunda tartıştırarak gerilim üretmek, toplumu kutuplaştırmak ve siyasetin tansiyonunu yükseltmek için gündeme getirmektedir. 

İktidar iş üretemediği için, adalet dağıtamadığı için, yönetim zafiyeti içerisinde olduğu için gerilimden beslenme stratejisini uygulamaktadır. 
İktidar gerilim, tartışma ve sorun bağımlısı haline gelmiştir.  

İşte Ayasofya. Birden Ayasofya’nın ibadete açılmasını gündeme getirdiler. Buyurun açın, hiç uzatmayın, geciktirmeyin dedik. 
Ne oldu? Ses seda yok. 

Sonra öğrendik ki Danıştay karar verecekmiş.

Yahu biz bu vesayeti bitireli yıllar oldu. Ne zamandan beri bürokrasi dini bir mekân için, camimiz için nihai kararı veriyor?

Sizin siyasi iradeniz yok mu, ülkeyi siz yönetmiyor musunuz? Ayasofya’nın veya herhangi bir dini mekanın kaderine Danıştay mı karar verecek gerçekten? 

Biz bu milletin bir ferdi, bu ülkenin bir vatandaşı ve bir Müslüman olarak bundan haya ederiz. 

Ayasofya fetihle, kılınan namazlarla, edilen dualarla cami olmuştur. 

Dün Danıştay’ın verdiği olumlu veya olumsuz kararlar başörtüsüyle ilgili duruşumuzu nasıl değiştirmediyse bugün de Ayasofya ile ilgili vereceği kararı beklemeyiz.
Millet Cumhurbaşkanına, iktidara bakar.

Bütün kararlar hızlanacak, bürokratik oligarşi son bulacak diye geçilen Cumhurbaşkanlığı sistemine bakar.

Görünen o ki çay fiyatından maske dağıtımına, her şeye karar veren Cumhurbaşkanı da Danıştay’a bakıyor.

Bu muydu sizin müthiş Cumhurbaşkanlığı sisteminiz?

Oyun oynamayı bırakın. Milletin dini ve milli duygularını siyasi çıkarlarınıza alet etmeyin. Kutsal değerlerimize günübirlik siyasi manevralarınızda kullanacağınız bir kart muamelesi yapmaktan vazgeçin. 

Ne yazık ki adım atılmayan sürekli konuşulan ama gerekli önlemlerin alınmadığı en can yakıcı konulardan biri de kadın cinayetleridir. 
Her içimizi kavuran cinayetten sonra büyük bir duyarlılık oluşuyor, hükümet bu utanca son verecek adımlar atacağını vaad ediyor. Sonra? Bir sonraki cinayete kadar hepsi unutuluyor. 

İnanın, sizlerin de görmüş olacağı o elim fotoğraflara bakmak istemedim. Bir kadın, eşi tarafından öldürülmeye çalışılıyor, son nefesini vermeden kendi kanı ile yere mesaj yazmaya çalışıyor. Allah’tan kurtuldu da acımız daha da katmerlenmedi.

Buradan bir kez daha söylüyorum. Amasız ve fakatsız… hiçbir önyargı, beklenti, şart olmadan… Kadın cinayetlerine son vermek için ne yapmak gerekiyorsa buradayız. Üyemizle, ailemizle, aklımızla, bedenimizle ne yapmamız gerekiyorsa birlikte yapalım.

Geçtiğimiz hafta içerisinde biliyorsunuz bir buçuk milyonun üzerinde gencimiz, evladımız LGS sınavına girdi. İktidar hiç gereği yokken üstelik korona krizi hafifleyecek iddiası ile Üniversite giriş sınavı YKS’nin tarihini erkene çektiği bir dönemde LGS’yi ertelemişti.

Alıştık artık; niye ertelediklerine, neden böyle bir karar aldıklarına da hiçbir makul açıklama getirmediler. Yaptılar oldu. 

Hafta sonunda da bir çok yerde vatandaşımızın, güvenlik güçlerinin, sağlık çalışanlarının ve eğitim neferlerinin üstün çabası ile sınav atlatıldı.

Ama ne yazık ki iktidarın organizasyon beceriksizliğinin bir sonucu olarak büyük kalabalıkların toplandığına, annelerin-babaların çocuklarını görebilmek, alabilmek, onların yanında olabilmek için sosyal mesafe kuralına uyamadıklarını gördük endişelendik. 

Daha önce üniversite sınavının tarihleri ile oynanmasının ne kadar vahim bir hata olduğunu söylemiştik. Dinletemedik. Şimdi iki buçuk milyona yakın öğrenci üniversite sınavına girecek. 

Her şeyden önce evlatlarımıza başarılar diliyorum. Siz büyüklerinize bakmayın. Onların kararsızlıklarına, turizmden kazanacakları parayı sizin eğitim hayatınızın önüne koymasına, tüm yanlışlarına rağmen o sınava girin ve bu ülke için parlak bir gelecek kurmanın gereğini yapın.

İktidarı da bir kez daha sosyal mesafe konusunda uyarıyorum. Bir kez daha kalabalıkların bir araya gelip hem kendi sağlıklarını hem geleceğimiz olan gençleri riske atmalarına izin vermeyin. 

Sizin işiniz ortadaki bu sorunu çözmek. Vatandaşı suçlayarak bir yere gidemezsiniz. 

Koalisyon hükümetinin reform gündemini unutmasına asla şaşırmıyoruz.

AK Parti’yi AK Parti yapan ne kadar reform varsa, hepsine amansız bir düşmanlık yapmış olanlarla kol kola girmiş bir iktidarın en son hatırlayacağı şey reform, demokratikleşme ve milletin refahının artması olur.

Ne kadar demokrasi düşmanı ve milletin değerleriyle sorun yaşayan varsa, kanal kanal dolaşıp koalisyon hükümetini cansiparane savunuyor. 
Vesayet savunucuları mı dersiniz, darbe çağrıcıları mı, 28 Şubat artıkları mı dersiniz, bir gün Moskova öbür gün Pekin ya da Şam veya başka mahfiller adına yerli muhbirlik yapanı mı dersiniz hepsi koalisyon hükümetiyle kol kola girmiş durumda. 

Soruyorum size: hangi ortak değer, hangi Türkiye hayali sizi ortak bir noktada birleştiriyor?

Bu küçük ortaklar bugüne kadar milletimizin, ülkemizin ve devletimizin hayrına ne varsa düşmanlık yapmışlardır.

Bunların arzuladığı ülke büyük bir askeri garnizon veya polis karakolundan ibarettir. 

Milleti de ne denilirse yapan bir sessiz yığınlar olarak görmek istiyorlar. 

Bu iktidarın akıl hocaları 28 Şubat artıkları olduğu için yıllar sonra yeniden 28 Şubat sahnelerini görmeye başladık.

Bakın işte geçen hafta bir polis baskını sonrası bu ülkede hemen her vatandaşın evinde bulunan kutsal kitabımız Kuran, tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarımız birer suç delili olarak sergilendi.

Bir Batı ülkesinde bu sahne yaşansa ortalığı birbirine katacak olanlar resmen sus pus oldular.

Daha düne kadar mitinglerde gösterilen Kur’an-ı Kerim’in bu kez tefsirinin polis standında suç delili olarak sergilenmesine iktidar cenahından bir tek ses çıkmadı.

Haftalardır sizlere hitap ederken polisin denetimsizliği ve bu iktidarın vurdumduymazlığı neticesinde ülkenin her bir tarafında yaşanan hukuksuzluk ve mağduriyetlerde yaşanan artışa dikkat çekiyordum.

Bakınız bu açık bir şekilde iktidarın keyfi yönetiminin polisteki tezahürüdür. 

Bu açık bir şekilde, tıpkı 1990’lardaki gibi, terörle mücadele kılıfı altında hukukun ve adaletin lime lime edilmesidir.

Hukuk Devletinde bir yetkili, bir memur veya bir bakanın, suç işlemiş veya işlememiş vatandaşlara karşı kullanacağı dilin sınırlarını kanunlar çizer.

Ama siz açık bir şekilde kanun tanımayacağınızı ilan ediyorsanız hukuk devleti kuralları dışında bir yönetime geçtiğinizi de ilan ediyorsunuz demektir.

Yakın bölgelerimizdeki gelişmelerden otoriter devlet anlayışlarının nasıl toplumsal travmalara yol açtıklarını hepimiz biliyoruz. 

Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin adım adım otoriter bir devlet yapısına dönüşmesine asla müsaade etmeyeceğiz. 

Gelecek Partisi olarak bunun tam karşısında duracağız.

En üst mevkilerden gördüğümüz ayar verme jargonu ve mafyatik dil artık sıradan bir durum haline geldi.

Bu elbette hukuktan, adaletten ve ahlaktan sapmanın bir neticesidir.

Hukuka, adalete ve ahlaka geri dönüş sosyal medya kampanyalarıyla değil, ehil, ciddi ve sorumluluk sahibi kadroların milletin emanetine sahip çıkmasıyla mümkündür.

Bu iktidar sosyal medya kampanyasıyla ahlak arayan yeryüzündeki tek iktidar olmayı da başardı.

Yıllardır profesyonel ahlaksızlık, itibar suikastı ve manipülasyon merkezleri kuranlar utanmadan ve sıkılmadan milleti ahlaklı olmaya davet etmeye kalktılar.

Yolsuzluğun her türlüsüne bulaşıp, temiz ve dürüst insanları dolandırıcılıkla itham edenler milletin zekasına hakaret ederek herkesi ahlaklı olmaya davet ettiler.

Siyasi etik ve şeffaflığa karşı çıkanlar milleti ahlaklı davranmaya davet ettiler.

Bütün ahlaktan anladıkları da isimlerinin yanına bir tane yeşil top eklemek.

Her türlü usulsüzlüğe yasal kılıflar hazırlayarak, bütün karar alma mekanizmalarını karartarak, denetim ve gözetimi yok ederek, medyayı tek sesli hale getirerek, 
Asgari siyasi ahlakı bile ayaklarınızın altında çiğneyerek, adam kayırmacılığı kural, liyakatı suç haline getirerek ahlaktan istifa ettiğinizi dünya aleme duyurdunuz zaten.

Şimdi yeşil topla ahlaklı hale gelemezsiniz, en fazla trajikomik hale gelirsiniz.
Öyle de oldu.

Bu iktidarın güya ahlakı temsil eden yeşil topu kısa sürede patladı gitti.

Ahlaklı olmak istiyorsanız dönün milletin şikayetlerine bakın.
Ahlaklı olmak istiyorsanız tam demokratik bir ülke vizyonunuz olsun.
Ahlaklı olmak istiyorsanız şeffaflığı hâkim kılın. Medya komiserleri atamaktan vazgeçin. Sorgulayabilen bir medyanın önünü açın.
Ahlaklı olmak istiyorsanız adaletsizliklere, adam kayırmacılığa, liyakatsizliğe ve yolsuzluklara dur deyin.
Ahlaklı olmak istiyorsanız kamu malına dokunurken elleriniz titresin.
Ahlaklı olmak istiyorsanız milletin vergilerini harcarken asgari vicdanınız sızlasın.

Ahlaklı olmak istiyorsanız Türkiye’nin en kıymetli şirketlerini bir yerde birleştirip, yönetimini de aile şirketine çevirdiğiniz Varlık Fonu’nu hemen kapatın.
Ahlaklı olmak istiyorsanız yeşil topların değil nezaketin, kuralların ve şeffaflığın peşinden koşun.

Gelecek Partisi olarak geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğimiz basın toplantısı ile sizlerle “Ekonomide Gelecek Modeli” isimli çalışmamızı paylaştık. Korona salgının ilk günlerinde öncelikli sorunları ve çözüm önerilerini ele aldığım birçok açıklamam olmuştu. “Ekonomide Gelecek Modeli” çalışması ise kısa vadeli önerilerimizin üzerine salgın sonrası uygulanması gereken orta ve uzun vadeli ekonomik politikaların genel çerçevesini çizen, üç fazlı ve sekiz ilkeli bir çerçeveye oturuyor.

Bu üç fazlı strateji şu aşamalardan meydana geliyor:

1. Acil Kriz Yönetimi: Olağanüstü Önlemler
2. Normalleşme: Geçiş Süreci
3. Niteliksel Dönüşüm: Yeni Ekonomik Yörünge

Bildiğiniz üzere Türkiye, Covid-19 salgınına son yılların en kötü kamu maliyesi performansı ile yakalanmıştır. Yıllarca tasarruf yetersizliklerinin yarattığı kırılganlıkları bir nebze dengeleyebilmek adına uygulanan sıkı mali disiplin, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) ile birlikte yerini ekonomik rasyonelitesi tartışmalı yatırımlara, israfa ve kötü mali yönetime bırakmıştır. 

2018 yılının Temmuz ayından bu yana bütçe açığı 74 milyar TL, bir defaya mahsus gelir ve giderlerin hesaba katılmadığı Program Tanımlı Açık ise 164 milyar TL düzeyinde artış göstermiştir.

Ayrıca Türkiye yakıcı bir işsizlik sorunuyla karşı karşıyadır. Sorunu tam anlamak için manşet işsizlik rakamlarının ötesine geçerek değerlendirme yapmak gerekmektedir. Türkiye 62 Milyonun üzerinde çalışma çağında nüfusa sahip bir ülkedir. Ülkemizde bu nüfusun sadece yarısı işgücüne dahilken, AB ülkelerinde bu oran yüzde 74’dür. İstihdamdaki nüfusumuz yüzde 44 iken, yine AB’de bu oran yüzde 70’e yakındır. Düşük istihdam oranına rağmen işsizlik oranımız ise hala yüzde 13,2 ile AB ülkelerinin 2 katından fazladır.

Son 1 yılda işgücüne dahil olmayan nüfus 2 Milyon 235 bin kişi artmış durumda. İki seneden az bir sürede 2 Milyona yakın artan nüfusa rağmen mevcut istihdamımızdan 2,4 Milyonunu kaybetmiş bulunmaktayız. Genç işsizliğimiz ise yüzde 25’e yakındır. 15-29 yaş arası ne eğitimde ne istihdamda olan genç (ev genci) sayımız 5,7 milyon kişiye ulaşmıştır.

Yaşanmakta olan krizi bu manzarayı bir takım matematik oyunları ile görmezden gelmek ya akılsızlık ya da cehalettir. Gelecek Partisi olarak meseleyi ilk günden bu yana “gün doğru önlemleri alma ve ileride telafisi mümkün olmayabilecek zararları önleme günüdür” yaklaşımı çerçevesinde ele aldık. Bu amaçla birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke gibi, para ve maliye politikalarını genişletme yoluna başvurulması gerektiğini ifade ettik. Son derece sistematik ve şeffaf bir şekilde işleyecek korona tahvili teklifinde bulunduk.  Alınacak tüm önlemlerin, gerçek ihtiyaç sahiplerine doğrudan ulaşması, sürecin şeffaflık içinde yürütülmesi ve bu arada yandaşlara rant sağlamaya kalkışılmaması gerektiğini savunduk. 

Bütün önerilerimize, defalarca yaptığımız çağrılara Hükümetin birkaç istisna dışında hiçbir tepki vermediğini üzülerek gözlemliyoruz. Hükümet krizin başından bu yana tek kuruş tasarruf önlemi açıklamadı. Hiçbir makul gerekçesi olmayan sözde büyük projelere ilişkin en ufak program değişikliğini planlamadı. Bu derinlikte bir krize rağmen bütçede revizyona gitmedi.

Kısa vadede yapılması gerekenler konusunda yetersiz kalan Hükümete “Ekonomide Gelecek Modeli” çalışmamızla tekrar sesleniyor, gecikmeden Türkiye’yi feraha çıkartacağını düşündüğümüz bu modeli hızla hayata geçirmelerini öneriyoruz.

“Ekonomide Gelecek Modeli” çalışmamız ile Kamu Maliyesinden--İşsizlikle Mücadeleye, Gelir Adaletsizliğinden--Yoksullukla Mücadeleye, Dış Ticaretten--Doğrudan Yabancı Sermayeye, Tarımdan-- Esnaf ve Sanatkarlara ilişkin politika önerilerimizi 70 madde halinde sıraladık. 

Bugün sizlerle bu çalışmadan hızla ele alınması gerektiğini düşündüğüm bazı önerileri yeniden paylaşmak istiyorum; 

1) Covid-19 salgınının yarattığı tahribattan en az zararla çıkabilmek için toplumun tüm kesimlerine dokunan 'sağlık ve sosyal güvenlik’ harcamalarının arttırın.
2) Muhtemel yeni dalgaya ve salgınlara karşı toplum direncini artırmak için gerekli tüm harcamaları bugünden planlayın.
3) Sağlık hizmetlerinin kalitesini artıran, eğitim ve öğretime ulaşma önündeki engelleri kaldıran, yoksullukla mücadeleyi önceleyen harcamalara kamu bütçesinde öncelik verin.
4)İstihdamın korunması ve yeni iş imkanlarının oluşturulması amacıyla, şirketler kesiminin üzerindeki istihdama ilişkin kamu yüklerini azaltın.
5) Başta ‘Kamu Özel İşbirliği’ yatırımları olmak üzere geleceğimize ipotek koyan, verimsiz ve ekonomik rasyonaliteden uzak uzun vadeli projelerin tümünü ilgili taraflarla birlikte yeniden değerlendirin.
6) Yolsuzlukla mücadeleyi, şeffaflığı ve hesap verebilirliği merkeze alan hukuki altyapıyı acilen güçlendirin.
7) Tüm yatırım kararlarında, ilgili sektörlerdeki ihtiyaçları, sosyal faydayı, finansman kapasitesini ve verimliliği esas alan bir yapıya geçin.
8) Meclis bilgisi ve onayı dışında bütçe üstü harcama ve kompozisyon değişikliklerine son verin.
9) Başta Türkiye Varlık Fonu olmak üzere bütçe dışı nitelik kazanmış olan tüm fonları derhal sonlandırın. Son Turkcell operasyonunda olduğu gibi;
- Büyük hayallerle Türkiye’ye yatırım yapan İsveç-Finlandiya ortaklı Tellia tabiri caizse “çırak çıkarılarak” kovulması,
-Türkiye’nin en büyük kamu bankası olan Ziraat Bankasının aslen çoktan batırdığı krediyi temizlemesi,
-1,6 milyar dolara alınan hisselerin Rus Alfa şirketine 400 milyon dolara satılması,
için kullandığınız ve Hazine garantisi ile borçlandırdığınız, “sözde varlık !! fonunu” bu ülkenin üstüne daha fazla yük olmadan derhal kapatın.
10)Kayıt dışı varlık, şüpheli servet ve rantiyeyle imar barışı değil, emek barışı ilan edin. Kayıtsız çalışanlar için bir seferliğine kayda alma koşuluyla emek barışını sağlayın.
11) Gençlerimizi sermayeye ve krediye ulaşma konusunda öncelikli grup haline getirin.
12) İnsan onuruna yaraşır bir asgari ücret düzeyi tespit edin.
13) Asgari ücretten vergiyi kaldırın ve asgari ücretle çalışanlara brüt ücretlerini net olarak ödemeye başlayın.
14) İşsizlik fonundan faydalanma koşullarını esnetin. Yararlanma sürelerini uzatın. İşsizlik fonunun amacı dışında kullanılmasına derhal son verin.
15) Bütçede önemli gelir kaybına yol açan vergi istisnalarından, istihdamı ve yüksek teknoloji yatırımlarını teşvik etmeyenleri kaldırın.
16) Korumacılığın daha da artacağı bir dünyada, Gümrük Birliği’nin güncellenmesini Türkiye’nin birincil dış politika gündemi yapın. Daraltıcı politikaların yerine, ihracat artışımızı mümkün kılacak uluslararası anlaşmalara odaklanın.
17) Tarımda iç ve dış talebi gözeterek destekleme araçlarıyla üretim planlaması yapın, arz daralması olabilecek ürünlerde üretimi arttırıcı teşvikleri ve destekleri sağlayın.
18) Esnaf, Sanatkar ve girişimcilerin ayakta kalması, bağımsız olarak işini devam ettirebilmesi için; vergi politikasını 1-9 arası çalışanı olan işletmeleri destekleyecek şekilde yeniden düzenleyin.

Hükümetin, kurumların kapasitelerini, yetkinliklerini ve itibarlarını tahrip eden hoyrat ve sorumsuz yönetim anlayışı, bugün en büyük sorunumuzdur. Kendini hukukun, kuralların ve teamüllerin üzerinde gören kibirli tavırlar ortak aklın kararlara yön vermesinin, sağlıklı ve etkili istişare mekanizmalarının çalışmasının önündeki en büyük engeldir. Her tarafından patlak veren bu 'ben yaptım oldu’ yönetim anlayışına, sürekli yama yaparak yola devam edemeyeceğimiz açıktır. 

Hükümet bu anlayışla, bu yönetim tarzıyla, bu bütünlükten uzak, parçacı bakış açısıyla, topluma yol gösteremez, kriz çözemez. Karşıya olduğumuz meydan okumalar çok ciddidir, tepkisel kararlarla, planlamaya dayanmayan sağlıksız reflekslerle bunların üstesinden gelmek mümkün değildir.

Hele olan biteni kavrayamayıp, ülkenin sorunlarını çözemediği yetmiyormuş gibi sırf toplumun geniş kesimlerine şirin gözükmek amacıyla “İslam Ekonomisi” gibi kavramlarla seslenme girişiminde bulunmak tek kelimeyle acizliktir.

Aynen Ayasofya istismar edilerek gündem değiştirme çabası gibi, “İslam ekonomisi” referansı ile kendilerinin sebep olduğu ekonomik sorunların çözümünde kutsal “İslam” kavramını kullanarak yeni bir motivasyon oluşturulmaya çalışılmaktadır. Peki sorunlar yine çözülemezse siz mi, yoksa alabildiğinize hoyratça kullandığınız manevi kavramlar ve değerler mi itibar kaybedecek?

Madem ki “İslam Ekonomisi” kavramını kullandınız, gelin bakalım dünyanın neresinde  olursa olsun İslam inancının ve medeniyet birikiminin toplum düzeni ve ekonomi konusundaki temel ilkeleri açısından  karnenize bir bakalım.

Önce ehliyet ve liyakat ilkesi. Hüküm açık: “Emaneti ehline veriniz.” 

Sına soruları açık: Siz emaneti ehline veriyor musunuz? Aynı zamanda Gençlik ve Spor Bakan yardımcısı olan dünya şampiyonu bir güreşçinin Vakıfbank Yönetim Kurulu’na atanmasının ehliyet ölçüsünde yeri nedir? Mesela bir alanda başarı kriterini esas alıyorsanız tersine bir örnekle çok başarılı bir banka genel müdürünü gelecek sene Tokyo olimpiyatlarına güreş takımında gönderir misiniz? Gönderirseniz netice ne olur? Herhalde dünya rekoru kıracak şekilde en erken tuş olayı yaşanır. Peki milyonlarca mevduat sahibinin kuruş kuruş biriktirdiği mevduatların kullanımını bu konuda hiçbir birikimi olmayan birine nasıl teslim edersiniz? Mesele “imza karşılığı maaş” ise bunun her zaman karşı çıktığımız arpalık anlayışından ne farkı vardır?

Bu soru sorulduğunda “geçmişte bu yönetim kurullarında generaller de vardı” diye cevap verenlere ise sözümüz nettir: “İşte biz o eski Türkiye düzeni ile mücadele etmek için siyasete girmiştik. Bugün de o düzenin yeni şekillerde üretilmesine de karşı çıkacağız. Mesele bir uygulamadan kimin faydalandığı değil, toplumun ne kazandığı  ne kaybettiğidir.”

Özetle ehliyet ve liyakat ilkesinden notunuz sıfır.

Gelelim İslam ekonomi anlayışının ikinci ilkesine: tasarruf ilkesi. Hüküm yine açıktı: “israftan kaçının”

2002’de iktidara gelindiğinde Meclis lojmanlarını haklı olarak israf görüp kamu yararına uygun bir şekilde satılması uygulamasından Osmanlı’dan ve Cumhuriyetten intikal eden bütün sarayları kullanmak yetmiyormuş gibi var olanları genişletmenin ve yeni saraylar inşa etmenin tasarruf ilkesi açısından izahı nedir? 

Ortalama ücretin 2500 lira olduğu bir ülkede yaşanan lüksün, şatafatın geniş halk kesimlerini nasıl rahatsız ettiğini görmüyor musunuz? Hz. Ömer’in sade hayatından bahsettikten sonra “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek görkemli bir hayat sürmenin bu ilkeden açık bir sapma olduğunu görmüyor musunuz?

Tasarruf ilkesinde de notunuz sıfır.

Üçüncü ilke emanet bilinci.  Hüküm yine açıktır: “bana kul hakkı ile gelmeyiniz”

Kul hakkının en temel ihlali olan yolsuzluklar konusunda neredesiniz? Bir ilçe başkanınız “Hırsız bizim hırsızımız biz yanında yer alırız” dediğinde hiç bu ilkeyi hatırlayıp bir muhasebe yaptınız mı?

Kul hakkı konusunda da notunuz sıfır.

Dördüncü ilke, emeğe saygı. Hüküm açıktır: “Kişi için elinin emeğinden daha hayırlısı yoktur” 

Yine bir sınav sorusu: Gece gündüz çalışan işçi, çiftçi ve esnaf evine ekmeği zor götürürken sayıları yüzü aşan danışmanlarınızın önemli bir kısmının ve üst düzey bürokratların kendilerinin ve aile fertlerinin birkaç yerden birden maaş almaları emeğe saygı mıdır?

Emeğe saygıdan da notunuz sıfır.

Beşinci ilke: Mülk emniyeti. Hüküm açıktır: “Mülkün korunması esastır”

Bu hüküm açıkken yönetiminizde insanların mülkünü taşınıra çevirerek yurtdışına aktarma telaşı içine girmeleri ile ilgili kanaatiniz nedir? Tapu Kadastro düzeninin gelmesinden bu yana ilk kez hukuki süreç tamamlanmadan siyasi ferman ile tapu düzenlemeleri yapılması mülk emniyetini yok etmez mi? 

Bu konuda da notunuz sıfır.

Yedinci ilke sosyal yardımlaşmada ve hayırda vakıf ilkesi. Hüküm açıktır: Allah rızası için ekonomik durumu kötü olanlara, öğrencilere, alimlere ve ilmi faaliyetler adanmış vakıflara dokunulamaz”

Soru yine açıktır: “Şahsi kin ve nefretinizden kaynaklanan öfke ile gerçek bir ilmi gelenek oluşturduğu taraftar ve karşıt herkes tarafından kabul görmüş bir vakfa kayyum atamak, borcunu ödeyebilecek durunda olan bir üniversiteye kapatmak İslam’ın hangi değeri ile bağdaşır?”

Burada da notunuz sıfır.

Sekizinci ilke. Hesap sorulabilirlik. Hüküm yine açıktır: “Hiçbir insan melek değildir ve her insan eylemi dolayısıyla dünyada ve ahirette hesaba çekilecektir”

Yine soralım: “Ekonominin o zaman önemli bir kalemi olan savaş ganimetleri ile ilgili olarak Cuma namazında kılıcını çekerek kendisinden hesap soran sahabiyi haşa camiden çıkarmayı bırakın oğlu üzerinden hesap veren Hz. Ömer’in tutumu açıkken, sadece nazik bir şekilde gidişat ile ilgili tesbit ve uyarılarda bulunan eski parti genel başkanını, genel başkan yardımcılarını, milletvekillerini ve 15 Temmuz kahramanı il başkanlarını partiden ihraç etmek Ömer ahlakı mıdır?”

Hesap sorulabilirlikte notunuz ise katmerli sıfır.

Dokuzuncu ilke: devlet adına görev yapan kamu görevlilerinin hiçbir şahsi hediye kabul etmemeleri ilkesi. Hüküm açıktır: “Sen evinde otursan sana bu hediye verilecek miydi”

Hz. Peygamberin hediye kabul eden zekat memuru ile ilgili bu sorusu ve hükmü açıkken, yurt içinde ve dışında sınırsız hediye kabulünü neden normalleştirdiniz?

Buradan da notunuz sıfır.

Ve nihayet son ilke olarak sizin için İslam ekonomisinin yegane  ölçüsü olan faiz yasağı. 

Burada da sorumuz açıktır: “2016’da faizcilikle suçladığınız başında bulunduğum hükümetin o yıllık devlet faiz harcamaları 46 milyar TL iken bu rakamı bu sene 107 milyar TL’na çıkarmış olmayı nasıl izah edeceksiniz? Fazladan ödediğiniz bu 60 milyar faiz hangi faizcilerin ve rantiyecilerin cebine gitti?”

Bu konuda notunuz sıfır bile değil.

Bu on dersten aldığınız notların karşılığı ise yine 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat dönemlerinde olduğu gibi bugünde suç unsuru gibi teşhir edilen yüce kitabımızda kavimleri helaka sevk eden bir soru ile ortaya konmuştur: “Niçin yapmadığınız/yapmayacağınız şeyi başkalarına söylersiniz/tavsiye edersiniz?”

Bu bağlamda size tavsiyemiz ve uyarımız şudur: Kutsal değerlerimizi siyasi söyleminize araç kılarak kendi hatalarınız üzerinden bu değerlerin yıpranmasına sebep olmayın. Ya güzel örnek olun, ya da bu kavramları ve değerleri ağzınıza almayın.” Yeter artık bu değerleri yıprattığınız, bu yıpratma üzerinden genç nesilleri İslam’dan soğuttuğunuz!

Daha önce de belirttiğimiz üzere bizim ilkemiz açık. Doğruya doğru yanlışa yanlış. Nasıl ki doğru gördüğümüzü destekleyeceksek yanlış gördüğümüzü de açıkça söyleyeceğiz. 

Türkiye’nin BM’nin tanıdığı meşru Libya Ulusal Mutabakat Hükümetini desteklemesi hem siyaseten hem de stratejik olarak doğru bir siyasettir. 

Türkiye'nin komşularıyla dostane ilişki geliştirme arzusu onun milli menfaatlerinden ve stratejik çıkarlarından vazgeçeceği manasına gelmez. 

Bu minvalde, Türkiye'nin Doğu Akdeniz’de Antalya Körfezine hapsedilmeyi kabul etmesi mümkün değildir. 

Libya ve Doğu Akdeniz siyasetleriyle Türkiye bunu net bir şekilde ortaya koymuştur. 
 
Fakat burada erken bir zafer sarhoşluğuna girilmemesi gerekir. Türkiye Libya’da elde ettiği askeri kazanımları konsolide edip siyasal kazanımlara dönüştürmelidir. 

Türkiye Libya sahasında hem askeri kazanımlarını tahkim eden hem de Ulusal Mutabakat Hükümetinin pozisyonunu güçlendiren bir siyaset izlemelidir. 

Bu doğrultuda, Libya’yla askeri alandan enerjiye, altyapı hizmetlerinden güvenlik reformuna kadar birçok alanda antlaşmaların imzalanması yönündeki yaklaşım doğrudur.

Türkiye bir an evvel Ulusal Mutabakat Hükümetinin Libyalılar nezdindeki meşruiyetini güçlendiren adımlar atmalıdır. 

Bu konuda, altyapı ve güvenlik sektörü reformu hayati bir öneme sahiptir. 

Diplomatik alanda ise Türkiye çoklu bir diplomatik atak başlatmalıdır. 

Öncelikle Libya’nın komşuları olan Cezayir ve Tunus’u sürece dahil etmek için daha fazla çaba sarf etmelidir. Bu noktada, darbeci Sisi’nin Libyayı askeri işgal ile tehdit etmesini kınıyorum. Türkiye, bu tehdit karşısında kararlı bir siyaset izlemelidir. 

Benzeri şekilde, meşru hükümetin uluslararası kabulünün daha fazla artırılması için güçlü bir diplomasi yürütülmelidir.

Bu çerçevede, hem Amerika hem İtalya hem de Almanya ile yoğun bir diplomatik trafik yürütülmelidir. 

Libya’da ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlayan projeler ne meşrudur ne de uygulanabilirdir. 

Şunun altını özellikle çizmek istiyorum, Doğu Akdeniz’de, Türkiye’yi dışlayan herhangi bir enerji ve güvenlik denkleminin kalıcı olması mümkün değildir. 

Türkiye, buradaki enerji ve güvenlik çıkarlarını kararlı bir şekilde koruma siyasetine devam etmelidir. 

Daha önce de belirttiğimiz üzere, Avrupalı aktörlerin şunu anlaması gerekir: yaptırımlarla, oldubittilerle veya tarafgir siyasetlerle Türkiye’yi doğu Akdeniz’deki milli çıkarlarından vaz geçirmeleri mümkün değildir. 

Doğru olan Avrupalıların Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin haklı milli çıkarlarını gözeten ve buna saygı duyan bir diyalog yolunu seçmeleridir. 

Doğu Akdeniz’de sürdürülebilir bir enerji ve güvenlik düzeni ancak bu yolla mümkün olur. 

Konuşmamı geçen haftalarda söz verdiğimiz bir hedefin gerçekleşme müjdesi ile bitirmek istiyorum.

Söz verdiğimiz gibi geçtiğimiz hafta içinde Ardahan’da gerçekleşen Merkez ilçe ve Göle kongrelerimiz ile birlikte Gelecek Partisi olarak I. Olağan Kongre sürecini başlatmış bulunuyoruz.

Önümüzdeki günlerde bir taraftan atamaları yapılmış 250 yi aşkın ilçede ve 56 ilde kongrelerimize devam ederken diğer taraftan da kalan ile ve ilçelerimizde örgütlenmemizi sürdürmeye devam edeceğiz.

Güzel bir söz vardır. Işık doğudan yükselir.

Geleceğimizin ışığı doğudan yükselmeye başladı.

Yine rahmetli anamın bizi teşvik etmek için sıkça söylediği bir Türkmen obası deyişi vardır. “Görünen dağın ırağı olmaz”
Işık doğmuş, dağ görülmüştür. Bize düşen yola koyulmaktır. 

Önce kongre dağı aşılacak, sonra iktidar dağı görülecek ve ona da vicdanla, akılla, irfanla, ahlakla, hikmetle ve güzel sözle ulaşılacak!
Biz engelleri ve engel koymayı planlayanları düşünmeyiz; onlar bizi düşünsün.