Her şeyden önce Elazığ ve Malatya’da depremde yaşamını kaybeden vatandaşlarımıza Allahtan Rahmet, yakınlarına sabır, hastalara ise acil şifalar diliyorum. Yine başta Elazığ, Malatya ve şehrimiz olmak üzere depremi yaşayan tüm yurttaşlarımıza da geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. İstesek de istemesek de Deprem ülkemizin bir gerçeği ve kaderidir. Ondan korkmak veya korkuyla yaşmak bize bir şey kazandırmaz zira korkunun ecele faydası yoktur. Yapmamız gereken şey deprem gerçeğini kabul edip onunla yaşamasını öğrenmek olmalıdır. Burada şu klasik cümleyi kullanmak istiyorum; Deprem değil ihmaller öldürüyor. Yüce yaratıcı doğaya bir denge ve ince bir ayar vermiş. Doğada da bu kanunlar ve sistemler işliyor. Doğanın işleyişine bağlı olarak insanlar bazı olumsuzluklar yaşayabiliyor. Doğanın işleyişi sırasında insanların olumsuzluklar yaşaması aslında doğaya değil, insana bağlıdır. İnsanlar bunun bilincinde ise gereken tedbiri almıştır ve felaketten fazla etkilenmez. Ama tedbir alınmamış ve bu doğa olayları yokmuş gibi davranılmışsa felaket geliyorum der ve maddi manevi birçok zarar verir.

Nasıl ki vücudumuz bizim haberimiz olmadan kendi gelişimi için bir takım çalışmalar yapıyorsa, dünyamız da kendi gelişimi ve yaşamı için daha doğrusu doğal döngünün devamı için bir takım çalışmalar yapıyor. Yaptığı bu çalışmalar neticesinde bizlere de farkında olamadan veya bilerek zarar verebiliyor. Daha önce de belirtiğim gibi zararın miktarı ve derecesi tamamen bizlere bağlıdır. Eğer depreme dayanıklı yapılar yapılmaz, dere yatağına ev yapılırsa, yığıntı toprağın olduğu yere binalar dikilirse elbette bu binalar yıkılacak ölümler ve zararlar binleri bulacaktır. Yaşanan bu olumsuzluklarda doğanın bir sorunu veya sorumluluğu da bulunmamaktadır. Zira en büyük sorumluluk devletin ve devlete rağmen bu yerlere ev ve bina yapan halkındır. Devlet ve belediyeler bu yapılara göz yummakta, halk ise bu yerlere bina yapmak için rüşvet de dâhil her yolu kullanmaktadır. Böyle bir durumda doğa insanlara ne desin veya ne yapsın?

Halk ve devlet böyle de okumuş hoca olmuş profesörlerimiz çok mu farklı? Ben de anlamadım, onlar bilim insanı mı yoksa falcı mı? Hala da anlamış değilim. Tarot falı açıyorlar ve gelecekle ilgili tahminde bulunmaya çalışıyorlar. Falcılıkta o kadar ileri gidiyorlar ki, depremin zamanını ve yerini söyleyip duruyorlar. Yıllardır tahmin ediyorlar ama arada da tutturunca bildik bildik diye bağırıyorlar. Tıpkı falcıların sallayıp sallayıp tutturduğunda insanların ‘vallahi de billahi de bildi’ dedikleri gibi. Tıpkı yatırlara gidip dua edip ertesi yıl ‘çıktı, vallahi de billahi çıktı’ dediği gibi. Tıpkı bir dilek ağacına gidip çaput bağlayıp ‘tuttu, dileğim oldu’ dedikleri gibi…

Yukarıdaki fal ve dileklerde yaşanan olaylar ile deprem profesörlerinin depremi bilmesi arasında zerre fark yoktur. Zira 1999 depreminden beri, bu Prof’larımız sürekli deprem olacak deyip duruyor ve en nihayetinde birini tutturuyor ve bildi oluyorlar. Ama kimse ‘99’dan beri İstanbul’da on yıl içinde büyük bir deprem olacak’ dediniz ama çok şükür bırak İstanbul’u Türkiye’de bile olmadı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz diye sormuyor. Onlara, neden bu saçmalıklarla insanlarımızı korkutuyorsunuz diye hesap da sormuyor. Tabi onlar da biliyor halkın üç gün sonra söyleneni unutacağını.

Zaten çoğu akademisyen torpille gelmiş ve Prof. olmuş. Maalesef ülkemizin deprem gibi bir gerçeği de bu. Ve bu gerçek nedeniyle Üniversitelerimiz ilk 500’e giremiyor. Türkiye’nin en zeki çocuklarının gittiği üniversiteler, bu zeki çocuklarla bile ilk 500 e giremiyorsa bu üniversitelerdeki hocalardan başka ne beklenir ki. Bilimsel çalışmalarla ve bu zeki çocuklarla yapamadığı popülerliği deprem fallarıyla yapmaya çalışıyorlar. Bu da ancak torpille gelen ve bilim üretemeyen, dünyanın hiçbir yerinde kabul görmeyen akademisyen görünümlü falcılarda olur.

Gelelim ikinci başlığımıza evet, şaka değil gerçek; Deprem olmazsa hepimiz ölürüz. Diyeceksiniz ki, asıl deprem olursa ölüyoruz. Dünya gibi içi sıcak olan gezegenler içlerindeki basıncı belirli dönemlerde dışarıya vermek zorundadır. Zira Mantoda meydana gelen konveksiyonel akımlar ve kaynamalar nedeniyle basınç birikimi olmaktadır. Biriken bu basınç (söylenen şu meşhur enerji) bir yerlerden çıkmak zorunda, tıpkı kaynayan düdüklü tenceredeki basıncın tencerenin düdüğünden çıkmak istemesi gibi… Biriken bu basınç düdükten çıkmazsa ne olur? Elbette düdüklü tencere havaya uçar. İşte dünyamız da içinde biriken bu basıncı (tıpkı insanların içindeki basıncı geğirerek çıkarması gibi) arada bir atmak ve rahatlamak istiyor. Düdüklü tencerenin düdüğünden çıkardığı gibi yer kabuğu da yer kabuğundaki çatlak ve yarıklardan dışarı atıyor. Dünyanın basıncını çıkardığı bu yarıklara fay deniliyor. Mantonun içindeki basıncı dışarıya atarken çıkardığı sarsıntıya da deprem diyoruz. Dünya biriken bu basınçları depremle veya yanardağ patlamaları ile atamaktadır. Böylece dünya bir bomba gibi patlayıp yok olmaktan kurtuluyor. Eğer deprem ve yanardağ patlamaları olmasaydı, dünyamız bir bomba gibi patlayacak ve hayat son bulacaktı. Havaya uçmuş dünyamız parçalanmış bir asteroitten başka bir şey olmayacaktı.

Evet deprem öldürmüyor ihmal öldürüyor. Maalesef insanlarımızın ve devletimizin ihmali öldürüyor. Japonya da 9 şiddetinde depremde kimse ölmezken (ölümler Tsunamiden oldu)bizde 7.3 te ölen sayısı binleri buldu. Daha yeni 6.8’lik deprem de ise 50 yakın insanımızı kaybettik. Allah göstermesin ve bizden uzak etsin ama ülkemizde 9 şiddetinde bir deprem olsa, değil deprem olan şehir, etrafındaki diğer bütün şehirlerde yerle bir olur. Kaybımızı bile ölçemeyiz.

Ayrıca AFAD, AKUT, Jandarma ve diğer kurtarma ekiplerine milletimiz adına teşekkür ediyorum. Artık bu işlerde uzmanlaşmışlar ve gayet profesyonelce çalışıyorlar. Allah onlara muhtaç olacak bir durum ve onların yokluğunu vermesin. Sağlıcakla kalınız.