YILBAŞINA şunun şurasında üç gün kaldı…

Cumartesi, Pazar tatil…

Pazartesi mesai…

Salı akşamı yılbaşı…

Çarşamba günü yeni yıl.
 

*
 

Hani Yılbaşında kalemiz açılacaktı?

Öyle konuşuyordu Başkan…

Hani yürüyüş yolları, dinlenme alanları ve seyir alanları olacaktı?

Öyle söylüyordu Başkan…

Ne oldi?
 

*
 

Haber yapmasak, Kale giriş kapısına bile alimallah beton direk dikilecekti…

Sevgili Başkanı; ''Böyükkkk bir yanlıştan kurtardık…''

Allah göstermesin hapis cezası ile yargılanabilirdi…
 

*
 

Şimdi de Kalenin 12 Şubat Kurtuluş Bayramında, hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bu açılışın yapılacağını söylüyor…

Sanki kaleye ahım şahım bir şey yapmışlar gibi…

Topu topu açık alanda, insanların yürüyeceği yerlere taş döşeniyor…

Hepsi bu...
 


 

Sevgili Başkan’a naçizane bir söz söylemek istiyorum:

''Ya konuştuğun cümlelerin arkasında dur… Yılbaşında kaleyi Halkın ziyaretine aç…''

''Ya da hiç konuşma…''

''Ya da tutamayacağın sözü hiç verme…'' (Siyaset Bürokrasiye benzemez, her sözünle adımın sıkı sıkı takip edilir)
 

*
 

Hani tarihte Nasrettin Hocayla eşi arasında eşeğe yem verme kavgası çıkmış ya!

Sen verirdin, ben verirdim kavgası…
 

*
 

Anlatayım:

Nasrettin Hoca her gün eşeğin yemini, suyunu vermekten bıkmış, usanmış.

Karısına:''Eşeğin yemini artık sen ver'' demiş.

Karısı bu işe yanaşmayınca tartışmaya başlamışlar.

Bakmışlar tartışmanın biteceği yok.

Sonunda bir çözüm bulmuşlar: ''Kim önce konuşursa eşeğe yemi o verecek tamam mı? Tamam'' demişler.

Sedirde yan yana oturmuşlar. Çıt yok. Konuşmuyorlar. Otur, otur, kadının canı sıkılmış. Çıkmış komşuya gitmiş.

Hoca kıpırdamadan oturup duruyor. Evde ses seda yok.

Bu sırada eve hırsız girmiş. Yükte hafif, pahada ağır ne bulduysa torbasına doldurmuş.

Hocanın oturduğu odaya başını uzatmış. Bakmış yaşlı biri sedirde taş gibi kımıldamadan oturuyor. Kendisini gördüğü halde sesi çıkmıyor.''Eh, hasta galiba'' demiş.

Bu odada da gözüne kestirdiği şeyleri torbasına koymuş. Sonra Hoca’ya yanaşmış. Başındaki kavuğu almış. Torbaya tıkıştırmış. Çıkmış gitmiş.

Hoca’da yine ses seda yokmuş.

Hâlâ komşuda oturan Hoca’nın karısı meraklanmış. ''Benim adam inadından, karnını doyurmak için bile yerinden kımıldamaz'' demiş.

Komşunun küçük kızı ile bir tas çorba yollamış.

Hoca kızı görünce elini çepeçevre döndürüp sonra başını göstermiş.''Hırsız etrafı soydu, soğana çevirdi; sonra başımdaki kavuğu da aldı'' demek istiyormuş.

Kız ne bilsin. ''Çorbayı çalkala da başıma dök'' diye anlamış.

Çorba tasını çevirmiş, çalkalamış. Hoca’nın başından aşağı dökmüş.

Hoca’da yine ses yok.

Kız dönmüş; gördüğünü, yaptığını anlatmış.

Hoca’nın karısı eve koşmuş.

Bakmış Hoca sedirde kıpırdamadan oturuyor.

Kafasından aşağı dökülen çorba yüzüne, gözüne, sakalına, üstüne başına bulaşmış.

“Adam, bu ne hal?” diye haykırmış.

Hoca,''Hah!''

Önce sen konuştun kadın!

''Ver bakalım eşeğin yemini'' demez mi?
 

*
 

Diyeceğim odur ki:

Sen bu tür konuşmaları konuştukça…

Biz seninle daha çok ''açardın açamazdın, yapardın yapamazdın'' kavgasına tutuşacağız gibi gözüküyor…

Ne yapalım sen bize ''malzeme'' verdikçe…

Biz de yazıyoruz…

Bak, 5 Şubat Kanal Maraş’ın kuruluş yıldönümü…

O tarihten itibaren hem yazılarımızla hem de canlı yayınlarla ''yaptıklarını yapacaklarını, konuştuklarını yapamadıklarını'' halkımıza anlatma fırsatımız daha çok olacak…

Ben oldum olası iddiaları severim…

Önce sen mi ben mi konuşacağız…
 

*
 

Ama şu bir gerçek:

Bu kale olayında ''önce sen konuştun…''