Adını doğru koyalım.

 

 

Hopa’da yaşanan bir sel felaketi değil.

 

 

Son otuz yıldır göstere göstere gelen, iklim değişikliği krizinin yerel örneklerinden birini daha yaşadık.

 

 

Fotoğraflara dikkat ettiyseniz, sel giden yerler, orman alanları içinde çay bahçeleri, dere yatakları.

 

 

Doğu Karadeniz’de, ekolojik zincirin kırılmasında, önemli bir halka, orman alanlarının çay bahçesi haline getirilmesidir.

 

 

Çay bahçeleri sel suları önünde kaybolup gitti.

 

 

Çay bitkisinin kökleri suyu tutamadı.

 

 

Günlerdir yazıp çiziyoruz, konuşuyoruz.

 

 

Ancak bir arpa boyu yol, maalesef kat edemiyoruz.

 

 

Hasancıklı Şeyh Ali Sezai Efendi adı altında, mezarlık alanı yapmak için, binlerce ağaç kesip, dolgu topraklar ile doldurup, mezar alanı inşa ediyoruz.

 

 

Hem de, Hıfzısıhha meclis kararına aykırı bir şekilde...

 

 

Dere yataklarını korumadan...

 

 

Kuyu sularının kullanımını yasaklamadan...

 

 

Mezarlık alanındaki atık sularının bertarafını sağlamadan...

 

 

Ölülerimizi gömmeye koşa koşa gidiyoruz.

 

 

Bir kaç basın kuruluşu, iki muhalefet partisinin onikişubat ilçe başkanları haricinde bu gibi konularda konuşması gereken meslek örgütlerinden çıt çıkmadığı gibi kamuoyundan bir Allah'ın kulu çıkıpta itiraz etmiyor.

 

 

Buraya bu düzenlemeler yapılmadan, cenazelerimizi defnetmek istemiyoruz diyemiyor.

 

 

Şimdi yetkililere ve bu şehrimizin insanlarına soruyorum:

 

 

Artvin Hopadaki gibi bir yağışın, yağmayacağını kim garanti edebilir.

 

 

Söyleyin bana, kim garanti edebilir.

 

 

Ben yazmıştım, ben söylemiştim demek istemiyorum.

 

 

Hopa'daki sel felaketinin video görüntüleri ulusal basında günlerdir gösteriliyor.

 

 

Allah göstermesin, şehrimizde olası bir kuvvetli yağış yağdığında, Şeyh Ali Sezai Efendi Mezarlığına defnettiğimiz ölülerimizin kemiklerini Ceyhan nehrinde aramaya başlarız.

 

 

Veyahut nehir kenarına oturur, Fatiha'mızı okuruz.

 

 

Ne diyelim; Kahraman şehre'de, bu yakışır...