Sözlük anlamı: Diğeri öbürü, başka bir anlamı ise; mevcut kültürün içinde dışlanmış olan demektir.

 

Yıllarca imparatorluk altında yönetildik. Doğal olarak imparatorluğun içinde onlarca millet ve dini gruplar vardı. Osmanlı içerisinde halk genel anlamda Müslümanlar ve Gayri Müslimler diye ikiye ayrılıyordu. Yönetim Haneden ailesine aitti. Fakat bir Müslüman Sadrazamlık makamına kadar yükselebilirdi. Son dönemde Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla gayri Müslimlerde yönetimde söz sahibi olmaya başlamıştır.

 

İmparatorluğun son bulmasıyla yerine yeni bir devlet kuruldu, bu devlet milli bir devletti. Yeni devletimizin amacı milli bir devlet oluşturmaktı. Farklılıkları yok ederek ortak bir kültürde ve batı değerlerine sahip tek tip vatandaş yetiştirmekti.

 

Bu nedenle koca imparatorluğun gömleği küçültülüp, bu yeni devlete giydirilmeye çalışıldı. Gömleğin gerekli görülen yerleri kesildi biçildi. Terzi gömleği içindeki kişiye göre değil de kendi fikrine göre kesti biçti. Böyle olunca zamanla gömlekten şikayetler gelmeye başladı. Çünkü gömlek giyene göre değil terzisinin fikrine göre yapılmış biçilmiş ve kesilmişti.

 

Gel zaman git zaman oluşturulmaya çalışılan tek tip millet ve vatandaş anlayışı gömleğin çeşitli yerlerinde sökülme ve yırtılmalara neden oldu. Her bir yırtık ve sökülen yerde başka bir şikayet oluştu. Halk bu tek tip zorlamasına sessizce direndi. Direndikçe de kendi benliğine sarıldı ve kendi dışındakileri tehlike olarak görmeye başladı. Halk kendi istediği gibi yaşamak istiyordu ve zorla yapılan değişimi kabul etmiyordu.

 

Kendi kabuğuna sarıldı, kendinden olmayan her şeye refleksle tepki vermeye başladı. Artık bu savunma psikolojisi ile kendi dışındakileri kendini yok edecek tehlike olarak görüyordu. Böylece kendine yeni yeni ötekiler edindi.

 

Ülkede pek çok öteki oluşmuştu. Kimine göre Dindarlar, kimine Aleviler, kimine Komünistler, kimine Kürtler, çoğuna göre de Azınlıklar öteki idi. Beyaz Türklere göre ise herkes öteki idi. Aslında herkesin bir ötekisi vardı. Herkes kendi ötekisini oluşturmuştu. Zenciler ötekimiz olmadığı için gurur duyup zencileri sevdiğimizi söylüyorduk, Irkçı Batıya karşı, ama bizim zencilerimizi biz içimizde kendimiz oluşturuyorduk.

 

Yalnız farklı bir durum vardı. Ötekini tehlike görenler, kendisine benzeyen ötekileri tehlikeli görmüyordu. Aksine diğerlerine örnek gösterilecek kişi kabul ediliyordu. Kemalist başı açık dindarı, Sünni namaz kılan Alevi’yi, Türk; Kürtçe konuşmayan ve Kürtçeyi dile getirmeyen Kürt’ü, tüm ülke; biz bu ülkede hiçbir sorunumuz olmadan mutlu yaşıyoruz diyen azınlığı seviyordu. Neden tüm ötekiler böyle değişmiyor, bunun gibi olmuyor ve bize benzemiyor diye hayıflanıyorduk. Oysa onlar değişse ve herkes bize benzese ülke ne güzel olacaktı. Hiç sorun olmayacaktı.

 

Ama hiçbir zaman onlarında kendileri gibi yaşamasının onları mutlu edeceğini düşünmedik, mutluluğu hep onların bize benzemesinde aradık. Devlet dairesinde başını açmayan, iş saati cumaya giden, dinim gereği böyle giyiniyorum diyen dindar, biz aleviler namaz kılmıyoruz, bizim orucumuz farklı diyen Alevi, Kürtlerde bir ırktır ve Kürtçe konuşmak bizim en doğal hakkımız diyen Kürt, bir azınlık olarak bana farklı muamele yapılıyor ve toplumdan dışlandığımı hissediyorum diyen azınlıklar tehlikeli görülüyordu. Bu nedenle bir sağdan bir soldan astık diyen adamı alkışlayabiliyorduk. Mutluluğun herkesin kendisi gibi olması ve yaşamasında olduğunu anlayabilseydik o zaman mutlu olabilirdik ve refah içinde yaşayabilirdik, ama hiç anlayamadık.

 

Hatta ötekiler ezildikçe biz oh çektik, oh çektikçe bizde ezildik, çünkü hiçbir mutluluk bir başkasının üzüntüsü üzerine kurulamazdı. Bizim mutluluğumuz beraber yaşadığımız ötekinin mutluluğuna bağlı. Hiç kimse ötekisini sevmek zorunda değil, ama herkes ötekisine saygı duymak zorunda. Saygılarımla…