Bu yazı eski bir yazı.

 

16 Mayıs 2007’de yayımlanmış, yani 22 Temmuz 2007 seçimlerinden iki ay önce.

 

Yazının üzerinden 2 genel seçim geçmiş.

 

2007 ve 2011 seçimleri. Şimdi, üçüncü seçime yaklaşıyoruz.

 

Düşüncem aynı: 16 Mayıs 2007’de yazdığımı, bugün de yani 2 Mart 2015’te de savunuyorum. Gelecek dönemlerde de savunacağım.

 

İşte o yazı: 

 

***

 

Milletvekilliği seçimleri için siyasi partiler aday adaylığıbaşvurularını bedeli mukabili kabul ediyorlar. Kimi siyasi partiler bu bedeli 3 bin, kimi siyasi partiler de 500 YTL olarak belirlemiş.. Parası çok olan hatırlı, iktidar sahibi ya da iktidara aday partiye gidiyor, parası az olanise barajın altına kalma tehlikesindeki siyasi partiye gidiyor..

 

Şanı ve şöhreti olan isimler, unvanı ve etiketi olanşahsiyetler aday adaylıkları için hareketi başlattılar. Bundan sonrası yapılacak olan ön seçim, temayül yoklaması, merkez yoklaması gibi işlemlerde ilk sıralarda yer almak ve dahi genel başkan şahsında prim yapmak.. Teşkilattan değilsen zaten şansın yok gibi, ama bir ihtimal daha var da denilebilir..

 

***

 

600 yıllık hakimiyete sahip Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden oluşan Türkiye Cumhuriyeti, bugün 84 yaşında.. Yani henüz genç bir devletiz. Yakın bir tarihte dünyaya yeniden hakim olmak, üç kıtada hüküm sürmek belki hayal ama, genç ülkenin genç nüfus yapısı da gelecek için ümit vermiyor değil doğrusu..

 

Ama siyasetimiz öyle değil. Aday adaylarının çoğunluğu 50’sini geçmiş, 60’ına varmak üzere ya da 70’lere doğru yaklaşıyor.. Türkiye’de insan ömrü ortalamasının 65­70 olduğu varsayılıyorsa, siyasetimiz maalesef yaşlıların tekelinde gibi.. İktidardaki AK Parti’nin 25 Yaş Dayatması şimdilik rafa kalkmışa benziyor. Çünkü, YSK Başkanı önceki gün yaptığı açıklamada, bunun mümkün olmadığını ima etti.

 

Sürekli yürümek, hatta gerektiğinde koşmak için genç olmak gerekiyor.. Siyasetimizin de artık yeni simalara ihtiyacı var. Yıllanmış siyasetçileri bir kenara bırakıp; genç, idealist, dinamik, çağın bilgisine sahip isimlerin bu vitrine çıkması kaçınılmaz bir hale geldi. Hoşgörülü, anlayışlı insanların kendilerini göstermesi lazım, gerçi bunun için öncelikle kalıplaşmış siyasetçilerin bu işten elini ayağını çekmesi gerekiyor ki, bu olsun..

 

Bu kentin siyaset sahnesinde ‘bir kere vekil olayım, ikincisinde olmayacağım’ deyip de, sonradan ikinci kez, üçüncü kez ve dahi dördüncü kez vekil olmak için Bizans oyunlarını perdeye aktarmayanlar da yok değil.. Türkiye Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanı bir kez olunuyor. Mevcut anayasamız, bir kimsenin ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilmesine imkan vermiyor.. Ama, bir kimse istediği kadar dönemde milletvekili olabiliyor..

 

***

 

Öte yandan anlayamadığım bir konu daha var: Siyasi Partiler Kanunu ve Bütçe Kanununa göre belirlenen kriterleri taşıyan siyasi partiler hazineden yardım alıyorlar. Hem de trilyonları bulan, geçen rakamlar her yıl siyasi partilerin kasalarına aktarılıyor. Siyasete soyunanlar da bu para ile aslan gibi siyaset yapıyorlar.

 

Seçim dönemi geldiği zaman da aday adaylığı başvuruları için (milletvekilliği, il genel meclisi üyeliği, belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği) bir bedel alınıyor. Yazımın başında da belirttiğim gibi bu rakamlar çok değişik boyutlarda seyrediyor. Hatta, listeye giren ve milletvekili seçilenlerin maaşlarından da belirli bir miktarda kesinti yapan siyasi partiler de var..

 

Devlet, hem siyasi partilere siyaset yapması için ödenek ayırıyor; hem de siyasi partiler bu yollarla kasalarını dolduruyor. Aday adaylığından sonra eğer başvuran aday olmazsa da bu parasını geri alamıyor. Bir nevi zorunlu bağış, zoraki yardım gibi geliyor bana.. Zaten, devlet parayı veriyor bir de aday adaylığı için neden para alınıyor aklım ermedi vallahi..

 

Nasrettin Hoca, bir gün pazara gidecekmiş; mahallenin çocuklarını toplamış ve “Pazara gidiyorum, var mı bir ihtiyacı olan?” diye sormuş. Çocuklar çeşitli siparişler vermişler. Hoca’nın pazar dönüşünde herkes başına toplanmış, ama Hoca Efendi sadece bir çocuğa düdük vermiş ve çocuk da öttürmüş.. Diğer çocuklar sormuşlar; “Hocam bizim düdük nerede?” diye.. Hoca da “Parayı veren, düdüğü çalar” demiş... Demiş yani.. Siyasi partilerde tıpkı Nasrettin Hoca gibi yani.. Parayı verenin aday adaylığını kabul ediyor.

 

***

 

Şimdi ortada çeşitli dedikodular, hesaplar var.. Filanca, sıralamayı garanti etmiş o yüzden başvurmuş.. Falanca partinin listesi belli imiş.. Şu birinci sıraya, şu ikinci sıraya, şu üçüncü sıraya geliyormuş. Feşmakan parti aday belirleme sürecinde parçalanacakmış. Mış da, mış.. Uzatıp gitmek mümkündür, bu söylentileri..

 

Ama, siyasetin kirli yüzünü kimse bilmiyor. Bugün ‘evet’ dediğinize yarın ‘hayır’ demek zorundasınız. Bugün ‘hayır’ dediğinizi ise yarın kuzu kuzu ‘evet’lemek durumundasınız. Siyaset böylesine insanı eğip büken bir olgu.. Dün parti lideri hakkında olmadık dedikoduları yapanların bu gün TBMM’ye yeniden gitmek için nasıl secdeye vardıklarını bizzat görmenize gerek yok. Hayal edin yeter..

 

Siyasette önce kurt gibi olacaksın. Neden? Kurda sormuşlar ya hani, ‘Ensen neden kalın?’ diye. Kurt da cevap vermiş ‘Kendi işimi kendim görürüm de ondan’ diye.. Bir de deve gibi olacaksın siyasetin içerisindeyken. Neden? Deveye sormuşlar ya hani ‘Boynun neden eğri?’ diye de deve şöyle demiş: Nerem doğru ki..

 

Beşeri, hayvanata benzetmek asla hoş değil. Ama, görünen köyün de kılavuz istemediği muhakkaktır. Siyasetin çirkin yüzü, makam ve mevkii sahibi olunduktan sonra kişiliklerin  değişmesini sağlıyor. Yazık..

 

Şunun şurasında ne kaldı ki, 22 Temmuz’a.. Bence siyasetin çehresini değiştirmek sandıktan geçiyor. Dağda da olsanız, bağda da lütfen seçim sandığına oyunuzu atmak için seçim bölgenizde olunuz.

 

***

 

SON SÖZ: Kör ile yatan için derler kalkar şaşı / Seçmesini bilmeyenin bitermiş aşı / Kuzeyden güneyden ve doğudan batıdan / Bak geliyor şimdi iktidarların başı..