Çanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı sırasında 1915–1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.

İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya'yla güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açmak, başkent İstanbul′u zapt etmek suretiyle Almanya'nın müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı'nı seçmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Kara ve deniz savaşı sonucunda iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir.

ALMANYA İLE İTTİFAK ANTLAŞMASI

Osmanlı İmparatorluğu, Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan ettiği 1 Ağustos 1914'ün hemen ertesi günü, Almanya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma, imparatorluğun eninde sonunda Almanya'nın ana gücünü oluşturduğu İttifak Devletleri safında fiilen savaşa gireceği anlamına gelmektedir.

Enver Paşa, fiilen savaşa girmeyi, seferberliğin tamamlanmamış olması ve Çanakkale Boğazı savunmasının tamamlanmaması gibi gerekçelerle ertelemeye çalışmıştır. Ancak Almanya, bir an önce savaşa fiilen girilmesi için baskılarını sürdürmüştür. Bu baskılar, Akdeniz'de İngiliz donanması önünden çekilen Goeben ve Breslau savaş gemilerinin İstanbul'a gelmesiyle bir oldubittiye getirilmişti. Daha sonra Osmanlı Donanması'na bağlı bir grup gemiyle Karadeniz'e açılan bu gemiler 27 Ekim 1914 tarihinde Rus limanlarını bombalayınca Rusya, Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etmiştir.

Birleşik Krallık Donanma Bakanı Winston Churchill, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı'nın donanmayla geçilerek İstanbul'un işgalini öngören bir planı Başbakan Herbert Asquith'e vermiştir. Plan, çeşitli evrelerden geçerek uygulamaya kondu ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın Boğaz'a geniş çaplı saldırıları 1915 Şubat ayında başlatıldı. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü uygulamaya konuldu. Ancak Birleşik Donanma ağır kayıplara uğradı ve deniz harekâtından vazgeçmek zorunda kalındı.

DENİZ OLMUYOR, KARA HAREKATI BAŞLIYOR

Deniz harekâtıyla İstanbul'a ulaşılamayacağı anlaşılınca bir kara harekâtıyla Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını ele geçirmek planı gündeme getirilmiştir. Bu plan çerçevesinde hazırlanan İngiliz ve Fransız kuvvetleri 25 Nisan 1915 şafağında Gelibolu Yarımadası'nın güneyinde beş noktada karaya çıkarılmıştır.

İngiliz ve Fransız çıkarma kuvvetleri her ne kadar Seddülbahir ve Arıburnu sahillerinde köprübaşları oluşturmayı başardılarsa da Osmanlı kuvvetlerinin inatçı savunmaları ve zaman zaman giriştikleri karşı taarruzlar sonucunda Gelibolu Yarımadası'nı işgalde başarılı olamadılar. Bunun üzerine sahildeki kuvvetler takviye edilmek için Arıburnu'nun kuzeyinde Suvla Koyu'na 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yapılmıştır. Ancak 9 Ağustos'ta Kurmay Albay Mustafa Kemal'in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen karşı taarruzunda İngiliz Komutanlığı ihtiyat tümenini ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir.

Mustafa Kemal ertesi gün Kocaçimentepe – Conk Bayırı hattında yeni bir karşı taarruz gerçekleştirmişti, bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştır. İngiliz ve Anzak kuvvetlerinin İkinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen genel taarruzları ise Osmanlı savunmasını aşamamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye etmiştir.

HAREKAT ÖNCESİ

I. DÜNYA SAVAŞI

Sanayi Devrimi'nden itibaren giderek büyüyen üretim bir yandan hammadde gereksinimini sürekli artırırken diğer yandan yeni pazarları gerektiriyordu. Diğer yandan giderek büyüyen sermaye birikimi, yeni yatırım alanları bulmaya yöneliyordu.

Avrupa'nın büyük devletleri 19. yüzyıl boyunca farklı hızlarda gelişmişlerdi ve gelişmelerini sürdürebilmek için etki alanlarını genişletmek için sıkı bir rekabet içindeydiler. İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Çarlık Rusyası farklı ilgi alanlarına sahip olsalar da bu alanlar çok yerde iç içe girmektedir. Sonuçta bu rekabet, 20. yüzyılın başlarında bir savaşı kaçınılmaz olarak gündeme getirmişti.

Bu ülkeler arasında süreç içinde oluşan ittifaklar da olası savaşın Avrupa çapında bir savaş olmasına yol açacaktır. Bu dönemde netleşen bu itifaklar, İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusyası'nın oluşturduğu İtilaf Devletleri ile Almanya, Avusturya Macaristan İmparatorluğu ve İtalya'nın oluşturduğu İttifak Devletleri bloklarıdır.

Bu şekilde bir bloklaşma 1882 yılında Almanya, Avusturya Macaristan İmparatorluğu ve İtalya arasındaki bir ittifakla, bir bloğu oluşturmuştu. Kısa süre sonra 1894 yılında Fransa – Rusya, 1904 yılında İngiltere – Fransa, 1907 yılında da İngiltere – Rusya arasında antlaşmalar yapılarak diğer blok şekillenmiştir.

İngiltere ve Fransa arasındaki 1904 yılı antlaşması ilginçtir. İngiltere, Fransa'nın "Kuzey Afrika'nın en iyi parçalarını" almasına göz yumuyordu, Fransa ise Mısır'daki İngiliz varlığına karışmayacaktı. İngiltere ile 1907 yılında Çarlık Rusya'sı arasındaki antlaşma da 1904 antlaşmasına benzer biçimde, esas olarak tarafların Avrupa dışı ilgi alanlarını düzenliyordu. İran, Afganistan, Çin ve Tibet'teki iki ülkenin çıkarları arasındaki çekişmelere çözüm getiriyordu.

 Tüm bunların ortaya koyduğu haliyle Avrupa'daki bu bloklaşmalar, esas olarak Avrupa dışı paylaşımı konu almaktaydı. Dolayısıyla bu bloklaşmanın sonunda ortaya çıkacak olan Avrupa çapındaki topyekun savaş, esas itibariyle Avrupalı büyük güçlerin, Avrupa dışını yeniden paylaşımı mücadelesi olarak görülmektedir.

BALKANLAR İKİ KAMPA AYRILDI

I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Balkanlar da iki kampa ayrılmıştı. Bir bakıma İtilaf Devletleri'nin himayesinden olan Yunanistan, Romanya ve Sırbistan bir tarafı oluştururken İttifak Devletleri'ne daha eğilimli görünen Bulgaristan diğer tarafı oluşturuyordu. Dolayısıyla bu bölgeyle ilgili hesaplarda Bulgaristan'ın durumu hesaba katılmak zorundaydı.

Nitekim 1914 yılının Haziran ayında Bulgaristan yüklüce bir borç anlaşmasıyla De Facto İttifak Devletleri safına kaymıştır. Sonuç olarak özellikle Avrupalı büyük devletlerarasında oluşan bu bloklaşma, yerel bir çatışmanın bile Avrupa'nın en azından dört büyük devletinin işe karşımasını gerektirecekti.

Sonuçta ortaya çıkan da bu oldu. Avusturya Macaristan İmparatorluğu veliahtı Franz Ferdinand 28 Haziran 1914 günü bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü. Bunun üzerine Avusturya Macaristan İmparatorluğu Sırbistan'a 48 saat süreli bir kesin uyarı vermiştir.

Sırbistan'ın tüm oyalama çabalarına karşın 28 Temmuz Belgrad'ı bombalamaya başlayarak bu ülkeye savaş ilan etti. Ardından Çarlık Rusyası genel seferberliğe gitti. Ancak Almanya daha önce Rusya'nın seferberlik ilanını, savaş ilanı olarak kabul edeceğini tüm devletler nezdinde deklare etmiştir.Bunun üzerine 1 Ağustosta Rusya'ya, 3 Ağustosta da Fransa'ya savaş ilan etti. Bu savaş ilanlarının ardından İtalya tarafsızlığını ilan ederek Almanya – Avusturya bloğundan ayrılmış, bir yıl sonra yeniden katılmıştır.

Almanya, geçmişten beri, daha net olarak Bismarck'tan beri iki cepheli bir savaştan kaçınmaktaydı ancak bu değişmez kaderi gibi görünüyordu. Doğuda Çarlık Rusya'sı, batıda ise Fransa gibi iki güçlü devlet vardı. Alman İmparatorluğu'nun 1891 – 1905 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığını üstlenen Schlieffen, bu tehlikeli durum için bir plan geliştirmişti ve doğal olarak Schlieffen Planı olarak biliniyordu. Bu plan, Rusya'nın seferberliğini bir ay içinde tamamlayabileceği hesabına dayanmaktadır.

Almanya, tüm gücüyle batıya saldırarak kesin sonuç elde edecek ve bunun üzerine seferberliğini anca tamamlamış olan Rusya'ya saldıracaktı. Böylelikle iki cephede savaşma durumunda düşmekten kaçınacaktı. Almanya bu stratejiyi uygulamak için 3 Ağustosta Fransa'ya savaş ilan eder etmez hiç vakit kaybetmeden, bu ülkeye Belçika üzerinden saldırı hazırlığına girişmiştir. Belçika'dan geçiş için izin istendiyse de olumlu yanıt alınmadı ve bunun üzerine Alman orduları 4 Ağustosta Belçika'ya saldırdı.

Ancak kısa süre içinde bu stratejinin uygulaması başarısız oldu ve Alman Orduları Marne'de Fransız – İngiliz savunmasını aşamadı ve 12 Eylülde Marne hattında durduruldular. Artık Schlieffen Planı işlemeyecekti. Bu durumda Almanya yine iki cepheli savaşla karşı karşıyaydı. Doğuda Rusya ile batıda da İngiliz ve Fransız kuvvetleriyle çarpışmak durumundaydı. Ancak iki cephede de güçlü olamazdı, bir tarafa öncelik vermeliydi. Güçlü olmayı seçtiği cephe Batı Cephesiydi, doğuda zayıf kuvvetlerle oyalama muharebesi verecek, diğer deyişle savunmada kalacak, kuvvetlerinin büyük kısmını Batı'da kullanarak burada kesin sonuç elde ettikten sonra esas kuvvetlerini Rusya Cephesi'ne aktaracaktı.

Avrupa içlerindeki bu gelişmeler, İngiltere ve Fransa’yı müttefikleri Rusya’yı desteklemek zorunda bırakmıştı. Zaten Rusya, Almanya

üzerinde yeterince güçlü bir baskı yapamamaktaydı. Kısıtlı endüstriyel kapasitesi dolayısıyla İngiliz ve Fransız desteğine gerek duyuyordu. Ancak Almanya'yı yenilgiye uğratabilmek için Rusya'nın muazzam insan kaynaklarından yararlanmak gerekiyordu. Bunun için de Rusya mühimmat, silah ve mali olarak desteklenmeliydi. Özellikle mühimmat yönünden bu zorunluydu. Çünkü Rus ordusu mühimmat stoklarını büyük ölçüde tüketmiş durumdadır. Bu durumda ondan taarruzi bir hareket beklenemezdi.

Fransa ve İngiltere’nin bu desteği sağlaması için olası dört yol vardır. Kuzey ulaşım hatlarından ikisi olanaksızdır. Kuzey Buz Denizi, yılın çok büyük bölümünde donmuş olduğundan deniz ulaşımına olanak vermemektedir, Baltık Denizi ise Alman Donanmasının denetimindedir. Orta ulaşım yolu olan Avrupa karayolu ise Alman denetimindedir. Olası dördüncü yol ise Osmanlı İmparatorluğu’nun denetiminde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarının oluşturduğu denizyoludur. Sonuçta Rusya ile müttefiklerinin irtibatı kesilmiştir. Sadece Rusya'ya yardım konusu değil, Rus buğdayının ve petrolünün Avrupa'ya getirilmesi de artık olanaksızdır.

Sonuç olarak Rusya ile tek bağlantı boğazlardır. İtilaf Devletleri'nin İngiltere / Fransa ve Rusya olarak doğu – batı parçaları arasındaki tek ulaşım hattı boğazlardı. Üstelik Rus savaş sanayi, savaş sırasındaki mühimmat sarfiyatını karşılayacak kapasitede değildi ve mühimmat açığı her geçen gün büyümekteydi.

OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN İTTİFAK ARAYIŞI

Osmanlı İmparatorluğu, 20. Yüzyıl'ın başlarında neredeyse 200 yıldır Gerileme Dönemi'ndeydi. Bu süre boyunca uğranılan askeri yenilgilere 1912-13 yıllarında yaşanan Balkan Savaşı eklenmiş, Balkanlar'daki toprakların bütün bütün elden çıkmış olmasının ötesinde en iyi eğitimli ve en iyi teçhiz edilmiş ordular bu savaşta kaybedilmişti. Dahası büyük miktarda silah ve mühimmat da terk edilmişti.

Avrupa devletleri I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nun tarafsız kalacağını varsayıyorlardı. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu savaşın ilk aylarında "savaş dışı" durum ilan etmiştir. Bu durum İtilaf Devletleri arasında olumlu karşılanmıştır. Bu sayede Boğazlar ticari deniz trafiğine açık kalacaktır. Osmanlı İmparatorluğu açısından da I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde en doğru politika tarafsız kalmak gibi görünüyordu. Ancak "bu yeterli bir çözüm müydü? Bir de mümkün müydü?".

Avrupalı devletlerin Osmanlı toprakları üzerindeki niyetleri biliniyordu. Rusya, yüzyıllardır sıcak denizlere inebilmek için Boğazlar'ı istiyordu. İngiltere, Hindistan yolunun güvenliği için Filistin'i, petrolü için de Irak'ı istiyordu. Fransa, Lübnan, Suriye ve Kilikya'yı, İtalya ise Antalya'yı istemektedir. Bunları bilen Osmanlı yöneticileri, söz konusu devletlerin bu emellerine ulaşmak için, savaş sırasında ya da savaştan hemen sonra Osmanlıyı rahat bırakmayacaklarını rahatlıkla seziyorlardı.

Gerçekten de Avrupa'nın büyük devletleri arasındaki gerginliklerin bir Avrupa savaşına varmasının nedenlerinden biri de Osmanlı toprakları üzerindeki emelleriydi ve İmparatorluğun parçalanması sorunuydu. Diğer değişle her devlet, kendi ilgi alanının rakiplerinden önce kontrol altına almak istiyordu.

Fakat Osmanlı İmparatorluğu için en vahim tehlike Rusya'nın durumuydu. Çarlık, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa katılması durumunda, savaş sonrasında İstanbul'u terk etmek zorunda kalacaklarını hesaplıyor, şimdiden durumu sağlama bağlamayı gerekli görüyordu. Bunun için dönemin Dışişleri Bakanı Sergey Sazonov, 1914 yılı ilkbaharında İngiliz ve Fransız hükümetleriyle görüşmeler yaptı. İngiliz Hükümeti'nin yanıtı oldukça açıktır.

"Eğer savaş zaferle bitecek olursa İngiltere, kendilerinin Osmanlı İmparatorluğu arazisine ya da başka yerlerdeki arazilere (özellikle İran) yapacakları taleplerinin olumlu karşılanması kaydı ile İstanbul ve Boğazlar hakkındaki Rus taleplerini tasvip edecektir."

Fransa ise bir süre Rus talebine karşı tutum takınmıştır. Ancak Akdeniz'de Alman tehdidi ortaya çıktıktan sonra karşı çıkmaktan vazgeçmiştir.[36] Osmanlı topraklarının İtilaf Devletleri arasında gizli antlaşmalarla, savaşın sona ermesinden önce paylaşılmasının bir diğer örneğini Fransa vermiştir. Fransa'nın Suriye ve Adana bölgesini alması, İngiltere ve Rusya tarafından prensip olarak kabul edilmiştir. Daha sonraki görüşmelerde Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Batı Karadeniz Bölgesi'nin Rusya'ya bırakılmasında anlaşma sağlandı. Fransa'ya verilecek toprakların çerçevesi de genişletildi. Paylaşmanın bir diğer uzantısı İngiltere ile Haşimi Ailesi'nden Şerif Hüseyin arasında yapılan anlaşmadır.

İngiltere yönünden Şerif Hüseyin önemli bir kozdu, çünkü Peygamber ailesinden kabul ediliyordu. Böylelikle Osmanlı Halifesi'nin İslam Dünyası üzerindeki otoritesini sarsacak güçte kabul ediliyordu. Şerif Hüseyin de Arap Yarımadası'nı ve tüm Ortadoğu'yu içine alacak bir krallığı olsun istiyordu.  Görüşmeler sonunda Arap Yarımadası, Irak ve Suriye'yi kapsayan bir krallık kurması üzerinde 1916 yılı Ocak ayında anlaşma sağlanmıştır.  Ancak bu durum Fransa'yı harekete geçirdi. İngiltere ile Fransa arasında 9-16 Mayıs 1916 tarihlerindeki bir dizi resmi mektuplaşmanın ardından Fransa'nın hakimiyet alanı yeniden belirlendi. Bu mutabakat, 29 Nisan 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması ile resmileştirilmiştir.

OSMANLI'YA GÖRE EN BÜYÜK TEHLİKE RUSYA

Diğer tarafta Osmanlı yöneticileri de Batılı devletlerin bu emellerini seziyor ve Rusya'nın en büyük tehlike olduğunu görüyorlardı. Bu durumda Osmanlı yöneticilerinin, imparatorluğun güvenliği için bir desteğe ihtiyaçları vardı.

En mantıklı görünen, hem savaşta Rusya'nın ittifakı içinde olmak, hem de aynı ittifak içinde yer almakla İngiltere ve Fransa'nın desteğini sağlamak gibi görünüyordu. Bu amaçla Maliye Bakanı Cavit Bey İngiliz makamlarıyla, Bahriye Nazırı Cemal Paşa ise Fransız makamlarıyla bir süredir temas halindedir. Ancak ne İngiliz tarafı ne de Fransız tarafı bu ittifak yaklaşmasına sıcak bakmadılar. Rusya'nın da bu işe kesin olarak karşı olmasının da bu durumda payı olduğu kabul edilmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu'nun İngiltere ile ittifak girişimine olumlu yaklaşılmamasında, Jön Türk yönetiminin kısa sürede çökeceği yönündeki öngörü etkili olmuştur. Jön Türkler yerine Alman yanlısı olmayan bir iktidarın Almanya'nın Ortadoğu'daki tehdidini ortadan kaldıracağı hesap edilmektedir. Diğer yandan Almanya ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu da savaş öncesinde Osmanlıyı ittifaka almaya yakın değillerdi.

Osmanlı İmparatorluğu'nun dış politikası, İkinci Meşrutiyet'in ilk yıllarından (1908) itibaren Almanya'dan yavaş yavaş uzaklaşırken İngiltere'ye yaklaşmıştır. Hatta İngiltere ile bir ittifak kurulması yönünde İttihat Terakki Merkez Komitesi'nden Ahmet Rıza Bey ve Nazım Bey, 1908 yılı içinde İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey ile bir görüşme yapmışlardır. İzleyen yıllarda bir dizi olayın da etkisiyle, artık şekillenmeye başlayan İtilaf Devletleri'ne yakınlaşma sürmüştür.] İtilaf Devletleri'yle bir yakınlaşma arayışlarının bir başka örneği de 1914 Mayıs ayında Mehmet Talat Paşa'nın Kırım'da Çar II. Nikolay ve Dışişleri bakanı Sazanov'la görüşmesidir. Ancak Çarlık Rusyası, diğer müttefiklerinden ayrı bir antlaşmaya yanaşmamıştır. Diğer yandan Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın Fransa görüşmeleri de bir sonuç vermemiştir.

Almanya ile ilişkiler ise Balkan Harbi sonrasında bir kesiti dönemi geçirmiştir. Balkan Harbi öncesinde bir dönem Osmanlı Ordusu Alman generali Von der Goltz düzenleme desteğini alıyordu. Ancak yenilgi sonrasında Alman desteğine güven hırpalandı ve Osmanlı Ordusu Kurmay Başkanlığı Yardımcısı görevinden ayrıldı. Bu ayrılmadan 1913 yılı Aralık ayına kadar geçen süre içinde İstanbul'da etkili olacak bir Alman politik - askeri varlığı olmamıştır. Bu ayda Liman von Sanders başkanlığında bir Alman subay grubu İstanbul'a gelmiştir. Bu grubun yetkileri oldukça geniştir. Liman von Sanders bu yetkilere dayanarak üç ay içinde Osmanlı Ordusu içinde büyük ölçüde hakim duruma gelmiştir.

Ancak İttihat Terakki'nin 1913 yılı Ocak ayında iktidara gelmesiyle Osmanlı dış politikası yeniden Almanya'ya yakınlaşmaya başlamıştır. Zaten İtilaf Devletleri ile yapılan tüm ittifak görüşmeleri boşa çıkmıştır. Bu durumda Osmanlı İmparatorluğu'nun, eğer Avrupa Savaşı öncesinde bir ittifaka girmesine zorunluluk gözüyle bakılıyorsa, tek seçenek Almanya'dır.

Bir başka açıdan bakıldığında Enver Paşa'nın, Almanya'nın Avrupa'nın en güçlü askeri gücüne sahip olduğu ve bir Avrupa Savaşı'nda kesin olarak kazanan taraf olacağına güçlü bir inanç beslediği, genellikle kabul edilmektedir. Fakat esas önemlisi 1890'lı yıllardan itibaren Osmanlı ekonomisinde Alman sermayesinin etkinliğinin artıyor olmasıdır. Özellikle Bağdat Demiryolu inşaasının bir Alman firmasına ihale edilmesi, Osmanlı topraklarında Alman sermayesinin Yakındoğu'ya uzanan güçlü bir rekabet durumu yaratmıştır. Bu arada Almanya'nın özellikle İstanbul'daki Türkçülük hareketini, Osmanlı'nın Rusya ile yakınlaşmasının önleyici bir manevra olarak desteklediği bilinmektedir.

OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN SAVAŞA KATILMASI

Sadrazam (Başbakan) ve Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa Avusturya Macaristan İmparatorluğu'nun Sırbistan'a savaş ilanından bir gün önce 27 Temmuz akşamı geç saatlerde Alman Büyükelçisi'ni çağırtmış, iki devlet arasında Rusya'ya karşı bir savunma antlaşması yapma teklifinde bulunmuştur. Yirmi dört saate kalmadan Almanya bu teklife olumlu yanıt vermiştir.

Bu mutabakat üzerine Osmanlı İmparatorluğu, Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan etmesinden bir gün sonra, 2 Ağustos 1914 günü Almanya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştır. Eylül sonları ve Ağustos başlarında İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi izin kullanmaktaydı. Dolayısıyla İngiltere'nin bu olaylar üzerine müdahalesi oldukça sınırlı kalmış olmalıdır. Antlaşmadan sadece Sadrazam (Başbakan) ve Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa'nın, Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın, Dahiliye Nazırı Talat Paşa'nın ve Meclis-i Mebusan Başkanı Halil Bey haberdardır. Diğer meclis ve hükümet üyelerinin, dahası Sultan Mehmet Reşat'ın dahi haberi yoktur.

Antlaşmanın imzalanmasında Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş hazırlıkları tamamlanana kadar tarafsız görünmesine karar verilmiştir. Diğer deyişle antlaşma gizli tutuldu, Osmanlı "silahlı tarafsızlık" ilan etti. Ertesi gün ise seferberlik hazırlıklarına başlanmıştır.

Antlaşmanın ana teması Osmanlı İmparatorluğu'nun Avusturya ve Sırbistan arasındaki çekişmede tarafsız kalması, bu çatışma Almanya ve Çarlık Rusya'sı arasında bir savaşa yol açarsa Almanya yanında savaşa girmekti. Diğer yandan Almanya, Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü korumayı kabul etmektedir. Aslında bu antlaşma imzalandığında Almanya ile Çarlık Rusya'sı zaten savaş durumuna geçmiş bulunmaktaydılar.

Ekim ayı başlarında Almanya'nın savaşta kısa süre içinde kesin sonuç alma umutları sönmeye başlamıştı. Alman ordularının Batı Cephesi'nde durdurulmaları, Çarlık ordularının Galiçya'da başarılı harekâtları durumu sıkışık hale getirdi. Bu durumda Almanya, kilitlenmiş durumu başka bir bölgedeki girişimlerle çözmenin yollarını aramıştır. Bu girişimlerin ipuçları Yakın Doğu'da aranmaya başlandı. Alman İmparatoru Alman Üst Komutanlığı'na emri, Osmanlı Kabinesi'nin oluru alınamazsa bile durum bir oldubittiye getirilerek Osmanlı İmparatorluğu'nun fiilen savaşa çekilmesinin sağlanması yönündedir

onuç olarak Almanya ile ittifak antlaşması imzalandıktan hemen sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun bir an önce fiilen savaşa girmesi konusunda Alman baskıları başlamıştı. Bu baskılar aralıksız sürmüştü. Örneğin Alman Krupp Fabrikaları'nda hazırlanan dört adet 28 cm.lik sahil topuna Alman Denizcilik Bakanlığı el koyduğu 11 Eylül 1914 tarihli telgrafla İstanbul'a bildirilmiştir. Alman Denizcilik Bakan Vekili'nin Berlin ataşemiliteri Cemil Bey'le bir görüşmesindeki sözleri çok nettir: "Süveyş'e hareket ediniz, sahil toplarını alırsınız."

Almanya'nın, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir an önce savaşa fiilen girmesi yönünde baskısının bir taktik nedeni de Kafkasya Cephesi'ndeki Osmanlı askeri tehdidinin Almanya'nın Galiçya Cephesi kuvvetleri karşısındaki baskıyı hafifleteceğinin hesaplanmasıdır. Ekim ayına gelindiğinde İngiltere'nin ve Rusya'nın seferberlik hazırlıkları tamamlandığı ve cepheye daha fazla kuvvet getirdikleri görülmektedir. Almanya'nın kısa sürede Batı'da kesin sonuç elde etme planı bütünüyle başarısız olmuştur. Buna bağlı olarak Osmanlı'nın savaşa girmesi yönünde baskılar artıyordu.

Öte yandan İngiltere Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü garanti ediyor, kapitülasyonların kaldırılmasına olumlu yaklaşıyor ve mali yardım öneriyordu. Osmanlı İmparatorluğu zaten 17 Ağustosta kapitülasyonları kaldırdığını ilan etmişti. Almanya'dan, bir an önce savaşa fiilen girilmesi yönündeki baskılar, Enver Paşa tarafından savaş hazırlıklarının henüz tamamlanmadığı gerekçesiyle oyalanıyordu. Ancak iki Alman savaş gemisinin girişimi, bir oldubitti durumu yaratarak Osmanlı İmparatorluğu'nun fiilen savaşın içine çekmiştir.

Almanya ile Osmanlı arasında ittifak antlaşması imzalandığında Alman Akdeniz Filosu (tümeni) Komutanı Wilhelm Souchon elinde iki yeni, hızlı ve muharebe gücü yüksek gemi vardır. Bunlar ağır kruvazör Goeben ile hafif kruvazör Breslau'dur. Antlaşmadan iki gün sonra, 4 Ağustosta Amiral Souchon'a iletilen şifreli telgraf mesajında İstanbul'a hareket etmesi emredilmiştir. Almanya, 4 Ağustosta Belçika'ya saldırmıştı ve Akdeniz'de bu iki gemi, İngiliz kontrolündeki Cebelitarık'tan ya da Süveyş Kanalı üzerinden Akdeniz dışına çıkamazdı. İki gemiden açıkça daha güçlü olan İngiliz ve Fransız filoları karşısında zor durumdaydı.

GEMİLERİN BEKLETİLMEDEN İÇERİ ALINMASI

Ancak iki gün sonra İstanbul'a gitme emri iptal edildi. Buna karşın İngiliz zırhlılarının yakın durumundan endişelenen Amiral 8 Ağustosta İstanbul'a gitmeye karar vermiştir. Emrindeki bir gemiyle İzmir'deki Alman deniz ataşesine, İstanbul'a giriş için izin istenmesini bildirdi. Akdeniz'deki dokuz günlük bir kovalamanın sonunda gemiler 10 Ağustosta Çanakkale Boğazı önlerinde gelmiştir. Enver Paşa Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı'na "Gemilerin bekletilmeksizin içeri alınması" talimatını vermiştir.

Talimatın verilişi, bir bakıma alınışı, Başkomutanlık Vekaleti'nde göre yapan Alman subayı Baron Kress von Kressenstein tarafıdan kaleme alınan anılarında anlatılmaktadır. Baron von Kressenstein, Çanakkale Müstahkem Mevkii'nden gelen telgrafı Enver Paşa'ya ilettiğini, Enver Paşa'nın gemilerin Çanakkale Boğazına girmesi için karar verme yetkisi olmadığını ifade ettiğini anlatmaktadır. Bunun üzerine von Kressenstein itiraz etmiş ve "gemiler içeri alınsın" talimatını almıştır. Daha sonra takipteki İngiliz gemileri Boğaz'a girmeye çalışırsa sahil bataryaları tarafından ateşle karşılanması yönünde emir istemiş, Enver Paşa yine yetkisi olmadığını ileri sürünce yine itiraz etmiş ve ateş açılması talimatını almıştır.

Uluslararası antlaşmalar gereği ya gemiler 24 saat içinde Osmanlı karasuları dışına çıkacak ya da silahtan arındırılarak enterne edilecektir. Ancak Alman büyük elçisinin şiddetle karşı çıkışı üzerine gemilerin Osmanlı İmparatorluğu'nca satın alındığının ilan edilmesi gibi bir çözüme gidilmiştir. Gemilerin 80 milyon marka satın alındığı 11 Ağustosta ilan edilmiştir. Gemilere Osmanlı bayrağı çekilir. Goeben'in adı Yavuz, Breslau'nun adı da Midilli olmuştur. Bu iki Alman gemisi, bir bakıma İngiltere'nin el koyduğu Sultan Osman ve Reşadiye'nin yerine alınmış olmaktadır.

Sonuç olarak Almanya, ileride Karadeniz'deki Rus limanlarına karşı kullancağı ve Osmanlı İmparatorluğu'nu bir oldu bitti ile fiilen savaşa sokacağı bu iki güçlü silahını Karadeniz'e atmış bulunmaktadır. Bu durum İtilaf Devletleri nezdinde bir bakıma alarma yol açacaktır.

Bu tarihe kadar Malta Üs Komutanı olan İngiliz Amiral Carden, 20 Eylül'de Abluka Filosu Komutanlığı'na atanmıştır. Emrinde İngiliz Indomitable ve Indefatigable muharebe kruvazörleri, Dublin ile Glochester hafif kruvazörleri, Verite ve Suffren Fransız muharebe gemileri ve 12 muhrip, üç denizaltı bulunmaktadır. Denizaltı sayısı daha sonra üçü İngiliz ve üçü Fransız olmak üzere altıya çıkmıştır.

Çanakkale Boğazı'nı ablukaya alan İngiliz filosu, 27 Eylülde Boğazdan çıkan Akhisar (Osmanlı torpidobotu) Akhisar torpido botunun yolunu keserek Osmanlı savaş gemilerine ateş açılacağını bildirmiştir. Bunun üzerine boğazlar tüm yabancı gemilere kapatılmıştır. Artık ticari gemiler de boğazları kullanamayacaktır.

YAVUZ VE MİDİLLİ OLAYI

Bu iki güçlü savaş gemisinin Osmanlı Donanmasına katılması bir süredir zaten Donanma'nın ve Osmanlı halkının hayaliydi. Osmanlı İmparatorluğu, halktan toplanan yardım paralarıyla finanse edilen iki savaş gemisini İngiliz tersanelerine sipariş etmişti.

"Sultan Osman" adı verilen geminin inşası mayıs ayında tamamlandığında, parası ödenmiş olan bu geminin teslimi, "Reşadiye" adı verilen diğer geminin teslimine ertelenmişti. Ağustos ayına kadar ertelenen teslim, 3 Ağustos günü tümüyle iptal edilmiştir. Esasen bu iki gemi Ege Denizi'nde Yunan deniz üstünlüğünü ortadan kaldıracağı gibi Karadeniz'de de Rus Karadeniz Donanmasına karşı belirgin bir üstünlük sağlayacaktı.

İngiliz resmi tarihine göre Türkler tarafından "haydutluk" olarak nitelendirilmiş olan bu İngiliz tutumu, bir bakıma askeri zorunluluktu, bu denli güçlü gemilerin "düşman eline geçmesine kesinlikle müsaade edilemezdi". Sonuç olarak gemiler, İngiltere'ye kadar gitmiş olan Osmanlı deniz müfrezesine teslim edilmedi. İlginç bir denk geliştir ki aynı gün, 3 Ağustos'ta Goben ve Braslau İstanbul önlerine gelmiş bulunmaktadır.

Esasen Goeben ve Breslau, Almanya ile ittifak antlaşması imzalandığı 2 ağustostan kısa bir süre sonra, 10 ağustosta Osmanlı karasularına girmişti ve hemen hemen aynı tarihlerde Alman Üst Komutanlığı bu gemileri Karadeniz'de kullanmayı istediğini Osmanlı makamlarına iletmeye başlamış, dahası baskı yapmıştır. Berlin ataşemiliteri Cemil Bey'in 12 Ağustos 1914 tarihli şifreli telgrafından bu konu belirtilmektedir.

Bir sonraki gün Enver Paşa'nın Cemil Bey'e söyledikleri ise, "seferberlik bitmeden, Bulgaristan'la tamamiyle anlaşmadan" diğer deyişle Çanakkale Boğazı savunması hazırlanmadan bu gemilerin Karadeniz'e çıkmasına izin verilmeyeceği yönündedir. Enver Paşa, bu durumda İngiliz Donanması'nın Boğazı geçeceğini düşünmektedir. Enver Paşa'nın Bulgaristan konusundaki tutumu da Berlin – Viyana – İstanbul ulaşım hattıyla ilişkilidir.

Bu oyalamalara karşın Amiral Souchon 9 Eylül 1914 tarihinde Osmanlı Donanma Komutanlığı'na atanmıştır. Hemen ertesinde Marmara'da atış talimleri ve manevralar başlatıldı. Öte yandan Karadeniz'de, İstanbul açıklarında Rus Donanması'na bağlı gemiler, Çanakkale Boğazı dışında da İngiliz ve Fransız gemileri devriye gezmektedir. Bu arada Amiral Souchon, tatbikatlara Karadeniz'de devam etmek üzere Osmanlı yetkililerine baskı yapmaktadır.

Yavuz ve Midilli’nin de içinde bulunduğu onbir parça gemiden oluşan bir Osmanlı filosunun Amiral Souchon komutasında 29 Ekim 1914 günü Karadeniz'e açılması, Osmanlı'nın fiilen savaşa girmesi sonucunu doğurmuştur. Bu gemiler İstanbul Boğazı açıklarındaki Rus gemilerine ateş açtıktan sonra Karadeniz'in kuzey kıyılarındaki Odessa, Sivastopol, (29-30 Ekim gecesi Norvosiski ve Feodosya limanlarını bombalamışlardır.

Bu taarruz, Enver Paşa'nın 25 Ekimde Amiral'e verdiği yazılı emre dayanmaktadır. Esasen Bakanlar Kurulu'nun aynı tarihli kararına aykırı olan bu emirde "Bütün filo Karadeniz'de manevra yapmalıdır. Vaziyeti uygun bulduğunuz anda, Rus filosuna hücum ediniz. Çarpışmaya başlamadan evvel, bu sabah size verdiğim gizli emri açınız." Gizli emirde ise "Türk filosu Karadeniz'de zorla üstünlük sağlamalıdır. Rus filosunu arayınız. Nerede bulursanız, harp ilan etmeksizin hücum ediniz."

Rusya'nın askeri tepkisi 1 Kasım 1914 günü Kafkasya üzerinden Osmanlı topraklarına taarruz etmek olmuştur. Aynı gün İngiliz gemileri İzmir ve Kızıldeniz'deki Akabe limanlarını bombaladılar. İki gün sonra 3 Kasımda İngiliz birlikleri Basra Körfezi'nde Osmanlı topraklarına çıkarıldılar. Aynı gün iki İngiliz ve iki Fransız savaş gemisi Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı istihlarını ateş altına aldılar.

Esasen Osmanlı Donanması'nın Karadeniz Rus limanlarını bombalaması, fiilen savaşa girme yönündeki baskılara direnen Enver Paşa'yı bir oldu-bittiye getirme manevrası olarak görülmesi gerekir. Sonuç olarak Yavuz ve Midilli Olayı, Osmanlı İmparatorluğu'nu savaşa sokan olaydır.

HAREKAT BAŞLIYOR

İtilaf Devletleri'nin Çanakkale Boğazı'na karşı bir askeri harekât kararı almalarına varacak kilometre taşlarından biri Çar II. Nikolay'nın İngiltere'ye yönelik talebidir. Çar bu talebinde –Boğazlar'dan söz etmeden- Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bir askeri hareket ve askeri malzeme yardımı talep etmiştir. İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener bu soruların askeri harekât yanına olumlu yanıt vermişti.

Çarlık'ın böyle bir askeri hareketten beklentisi Osmanlı'nın Kafkasya'dan bir kısım birliğini çekmek zorunda bırakılması, bunun da Rusya'nın bu cephedeki yükünü hafifleteceğidir. Diğer önemli bir kilometre taşı ise Yunanistan Başbakanı Venizelos'un, bir çıkarma yapılması durumundan Yunanistan'ın bu harekâta askeri olarak katılabileceğini İngiltere'ye bildirmesiydi. Venizelos, 19 Ağustos 1914 tarihinde Çanakkale Boğazı'na taarruz etmeye dayanan ayrıntılı bir planı İngiliz yetkililere iletmiş, bu taarruza Yunanistan'ın da birlik verebileceğini belirtmişti. Ancak Venizelos'un planında Bulgaristan'ın da İstanbul'a saldırması koşulu vardı. İngiliz askeri makamları planı incelemiş ve fazla şarta bağlı olması dolayısıyla uygulanmasının olanaksız olduğu yönünde rapor vermişti.

Bulgaristan meselesi son derece akıllıca seçilmiş bir koşuldur. Osmanlı Ordusu'na her türlü Alman desteği için kullanılabilir tek ulaşım yolu olan demiryolu Bulgaristan üzerinden geçmektedir. Bu destek hattının kesilmesi, ancak Bulgaristan'ın İtilaf Devletleri tarafına geçmesiyle olanaklıdır. Diğer yandan İngiltere'nin İstanbul Büyükelçisi Sir Louis Mallet, Ağustos ayında Boğazların yabancı savaş gemilerine kapatılmasının ardından Boğazların zorla geçilmesi yönünde bir öneriyi rapor etmiştir. Mallet, donanmanın geçmesinden sonra Boğazların kara birliklerince işgal edilmesi gerektiği görüşünü öne sürmekteydi.

Bir yandan bu savaş planları yapılırken İngiliz Hükümeti Osmanlı İmparatorluğu'nu savaşın dışında tutmaya çabalıyordu. Osmanlı savaşa girdiğinde ilk askeri harekatının Süveyş Kanalı üzerine olacağı tahmin ediliyordu. Bu bölgeye Batı Cephesi'nden o sıralarda birlik kaydırılmasına olanak yoktu. Müstemlekelerden kuvvet aktarmak ise aylar alırdı.

Diğer yandan Müslüman ülkelerin -ki birçoğu İngiliz müstemlekesiydi- Müslüman halkında ayaklanmalar olmasından ciddi biçimde çekiniliyordu.] Bu endişelerin boşuna olduğunu zaman göstermiştir, Osmanlı davası uğruna Müslüman ülkelerden, hatta kendi tebaasından dahi kayda değer bir destek olmamıştır. Bütün bu endişelerle İngiliz Hükümeti, Osmanlı'nın savaş dışı kalması şartıyla bir kısım öneri getirmiştir. Bu önerilere Fransa'nın, hatta Rusya'nın da desteği sağlanmıştı.

Öneriler, Çanakkale Boğazı'nın ticari gemilere açılması ve Alman askeri personelinin sınır dışı edilmesi şartlarını içermektedir. Goben ve Breslau üzerinde ısrar ediliyordu. Bu gemilere, Ege'ye çıktıkları takdirde, eğer Alman askeri personeli taşıyorlarsa, Alman savaş gemisi işlemi uygulanacaktı, yani ateş açılacaktı.

ÇANAKKALE BOĞAZI'NIN GEÇİLMESİ FİKRİ

Çanakkale Boğazı'nın geçilerek İstanbul'un zorlanması fikrinin İngiliz Parlementosu'nda ilk olarak 25 Kasım 1914 tarihindeki İngiliz Başbakanlık Toplantı Salonu'ndaki olağan toplantıda Churchill'e tarafından ortaya sürüldüğü kabul edilmektedir.

Mısır'ın savunulması konusunda alınacak ek önlemlerin konuşulmasının hemen ardından söz alan Deniz Bakanı (Denizcilik Birinci Lordu) Churchill, Mısır ve Süveyş Kanalı'nı yerinde savunmanın pasif bir tutum olacağını öne sürerek konuşmasına başlamıştır. Bu bölgedeki kuvvetlerin büyük bölümünü, Avrupa'dan bir kısım kuvvetle takviye ederek Osmanlı İmparatorluğu'nun en zayıf noktasında saldırmanın daha uygun olacağını belirtmiş ve bu noktayı, başkent İstanbul olarak işaret etmiş, Böylesi bir harekâttan Churchill'in beklediği amaçlar, Rusya'ya yardım edilmesi, Bulgaristan ve Romanya gibi tarafsız ülkeleri, hatta Almanya yanında savaşa girmeye yaklaşan İtalya'yı ve taraf konusunda kararsız Yunanistan'ı etkilemek, Fransa ve Rusya cephelerinde kilitlenmiş görülen savaşa, Baklanlar üzerinden bir kuşatma ile çözüm bulmaktı.

Diğer yandan Churchill, bol silah ve mühimmatla desteklenecek Rus Çarı'nın, milyonluk nüfusunu savaşa sürerek, Almanya'yı bu insan seli karşısında yıkacağını belirtmektedir.[77] Bu ifadelere karşın o günkü toplantıda bu konu üzerinde bir görüşme açılmamıştır.[78] Sonraki toplantılarda Savaş Bakanı Lord Kitchener, Fransa Cephesi'nin durumu nedeniyle Çanakkale için asker veremeyeceğini kesin olarak ifade etmiştir. Fransız orduları Başkomutanlığı da Batı Cephesi'nden başka bir yer için asker alınmasına şiddetle karşıdır.

Bu durumda Churchill Çanakkale Boğazı'nı kendi komutasında olan donanmayla geçmenin yollarını aramıştır. Bunun üzerine 3 Ocak 1915'te Akdeniz'deki Amiral Sackville Carden'e "Boğazları sadece deniz kuvvetleriyle zorlama" konusunda görüş soran bir mesaj göndermiştir. Mesajda, mayın hatlarına kömür gemileri sürerek durumun değerlendirilebileceği notu vardır. Ancak Amiral Carden bunu mümkün görmediğini, bunun için büyük bir kuvvet gerekeceğini bildirmiştir. Churchill, bu kez "Tasarladığınız harekâtın niteliğini, istediğiniz kuvvetin miktarını ve bunu nasıl kullanmayı düşündüğünüzü lütfen bildiriniz" içeriğinden bir mesaj göndermiştir. Amiral'in 11 Ocak'taki yanıtı ile bir görev kuvveti şekillenmeye başlamıştır. İki gün sonraki, 13 Ocak'taki Yüksek Savunma Konseyi toplantısında, Çanakkale Boğazı'nın sadece donanmayla zorlanması konusunda Deniz Bakanlığı'na ön yetki verilmiştir.

Churchill hazırlıklarını sürdürürken Fransız Hükümeti tarafından, harekât için Amiral Guépratte komutasında dördü zırhlı, dördü denizaltı olmak üzere 26 parçalık bir filo tahsis edileceği bildirildi. Churchill de İngiliz gemilerini Amiral Carden komutası altına girmek üzere bölgeye hareket ettirmiştir. Harekât için kesin karar ise Konsey'in 28 Ocak 1915 tarihli toplantısında alınmıştır.

HAREKÂT PLANI VE AMAÇLAR

Sonuç olarak denizden ya da karadan hareketle İstanbul'un alınması planlarının dayandığı bir dizi amaç ortaya çıkmıştır. Bu amaçlar ana başlıklar halinde şu şekilde görünmektedir.

Rusya'nın silah ve mühimmat gereksinimini karşılamak,

Rus petrolünü boğazlar üzerinden Avrupa'ya taşımak,

Balkanlar'daki devletleri İtilaf Devletleri safına çekmek,

Osmanlı İmparatorluğu'nun Mısır'a yönelik tehdidini ortadan kaldırmak,

Avrupa'daki savaşın, kanlı çatışmalara karşın kesin sonuç vermemesinin, Almanya'nın müttefiklerinden birine saldırma fikrini çekici hale getirmesi,

Osmanlı İmparatorluğu'nun savaştan çekilmesi ve İstanbul'un İngiliz kuvvetlerince işgal edilmesiyle Almanya ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu bloğu güneyden kuşatılması,

İngiltere savaşın sona ermesinden önce İstanbul'u fiilen ele geçirmekle, Rusya'nın boğazlar üzerindeki istekleri karşısında güçlü bir durumda olması,

İstanbul işgal edilerek Rusya'nın Almanya ile tek başına hareket ederek bir antlaşma yapmasını güçleştirmek,

Osmanlı'nın Kafkasya Cephesi'ne daha fazla kuvvet aktarmasının önüne geçilerek Rus ordusunun tüm gücüyle Almanya üzerine yüklenebilmesine olanak vermek,

Teşkilât-ı Mahsusa'nın Müslüman ülkelerde yürüttüğü "İttihad-ı İslam" propagandasını durdurmak.

Esasen İngiltere'nin hesabı Rus petrol ve buğdayıdır. Karadeniz limanlarında toplam 350 bin ton taşıma kapasiteli ticaret gemileri hareketsiz kalmıştır. Boğazlar açıldığı takdirde bu gemiler Rus buğday ve petrolünü Avrupa'ya rahatlıkla taşıyacaktır.

PLANLAR VE KUVVETLER

İtilaf Devletleri ordusu değişik etnik ve dinsel gruplardan gelen askerlerden oluşmaktadır. Bu orduda İngiliz, İskoç, İrlandalı, Fransız, Hint, Kuzey Afrikalı (Cezayirliler, Zuaveler), Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerle Rum ve Yahudi gönüllüler bulunmaktadır.

Anzak askerleri her ne kadar gönüllü olarak orduya yazılmışlarsa da İngiltere ile donminyonları arasında yapılan antlaşmaya göre bu askerlere günde altı şilinden hesaplanarak ayda dokuz pound maaş ödeniyordu. Bu haliyle Anzak askerleri gönüllüden çok paralı asker sayılmaktadır. Anzak birlikleri içinde başta Polinezya Adaları'ndan Maoriler olmak üzere Okyanusya adaları yerlilerinden unsurlar da bulunmaktadır. Bu unsurlar da Gurkalar gibi savaşçı gelenekleriyle lanse edilmiştir

Tüm bu unsurlar üzerinde, Türklerin esirleri kestiği imajının, bir propaganda hedefi olarak uyandırılmış olduğu, savaş esirlerinin kayda geçirilen ifadelerinden anlaşılmaktadır. Açıkça kafalara sokulan "teslim olmaktansa intihar edin"dir.

Askeri tarihte II. Dünya Savaşı'na kadar görülen en büyük çıkarma harekatıdır.

SAVAŞIN AŞAMALARI

İngilizler, boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli olacağına inanıyorlardı. Bahriye Nazırı Churchill’in planları Akdeniz filosu komutanı Amiral Sackville Carden tarafından da desteklenince, Birleşik Krallık Donanması Komutanı Lord Fisher’in başarısını şüpheli gördüğü bu harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi.

Fisher, kara harekâtınca desteklenmeden deniz kuvvetlerinin "böyle bir maceraya atılmasının" hatalı olduğu görüşündedir. İtilaf Devletleri Savaş Konseyi'nin 28 Ocak 1915 tarihli oturumunda harekât karara bağlanmıştır. Konsey tutanağında harekât amacı şu şekilde tanımlanmıştı, "Bahriye Nazırlığı hedef İstanbul olmak üzere, Gelibolu Yarımadası'nı döve döve zapt edecek bir deniz harekatına Şubat ayında başlayacaktır."

Zaten İngiliz Donanması'nın önemli bir kısmı Amiral Carden emrinde olmak üzere Ege Denizi'nde toplanmaya 13 Ocak kararının hemen sonrasında başlamıştır. Harekâta geçme meselesi, Savaş Konseyi'nin kararına bağlıydı. Askeri tarihçi İbrahim Artuç, Çanakkale Deniz Harekâtları'nın "hemen hemen yalnız bir kişinin, Churchill'in yorulmaz gayretlerinin eseri" olduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte Savaş Konseyi kararındaki, bir karanın, deniz topçusunca "döve döve" nasıl zapt edilebileceği çok açık değildir. Deneyimli ve yetenekli Amiral Fisher'in de karşı çıktığı budur.

İtilaf Devletleri’nin deniz harekâtı 19 Şubat 1915’te başladı. 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti.

İtilaf devletleri, kısa bir aranın ardından bir sonraki saldırıyı 18 Mart'ta gerçekleştirmişlerdir. Hedef, Çanakkale Boğazı'nın sadece 1 mil genişliğindeki en dar noktasıdır. Amiral John de Robeck komutasındaki aşağı yukarı en az 16 savaş gemilik dev donanma Çanakkale'yi geçmeye kalkmıştır. Ancak her gemi Nusret Mayın Gemisi adlı Osmanlı mayın gemisinin boğazın Asya tarafına yerleştirdiği deniz mayınları tarafından hasar almıştır. Bazı balıkçılar, İngilizler tarafından mayın toplama işiyle görevlendirilmiştir; ama Osmanlı ordusunun açtığı top atışlarıyla korkarak kaçmışlar, mayınlara dokunulmamıştır. Yerinde kalmış bu mayınlar İngiliz HMS Ocean, HMS Irresistible ve Fransız Bouvet adlı üç zırhlıyı batırmıştır. Ayrıca İngiliz Inflexible ve Fransız savaş gemileri Suffren ve Gaulois çok ağır bir şekilde hasar almıştır. 18 Mart’a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları ile, Anadolu yakasındaki Kumkale ve Orhaniye tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış ama hala ilerde olacaklar belirsizdi.

- Sonuç olarak, 18 Mart 1915'te, deniz mayınları ve kıyılardaki Osmanlı topçu bataryalarının isabetli atışları denizden geçişin mümkün olmayacağını göstermiş, İtilaf Devletleri Gelibolu Yarımadası'na asker çıkararak Boğaz topçu bataryalarını etkisiz hale getirmeyi hedeflemiştir.  Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda neyle karşılaşacağını bilmiyordu.

- Gelibolu Yarımadasında Müttefik çıkarmaları yarımadanın güney bölümündeki altı kumsala, iki cephede yapılmıştır. Seddülbahir Cephesi’ne Britanya 29. Tümeni ile Fransız Kolordusu (Fransız Doğu Sefer Kuvveti) çıkarma yaparken Arıburnu Cephesi’nde ise Anzaklar Kolordusu çıkarma yapmıştır. Bu beş tümene ek olarak bir hafta içinde İskenderiye'den getirilecek olan Hint Tugayı, muhtemelen Seddülbahir Cephesi'nde kullanılmak üzere ordu ihtiyatını oluşturacaktı.

Plana göre; 18 Mart sabahı 2 deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1. Tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu. Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson muharebe gemileri ve Inflexible muharebe kruvazöründe oluşan 1. Tümen, saat 10:30’da boğazdan içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını tanıyorlardı. Planlanan noktaya ulaşıldığında Queen Elizabeth’in hedefi Rumeli Mecidiye Tabyası, Lord Nelson’un hedefi Namazgah Tabyası, İnflexible hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyası idi. “A Savaş Hattı” olarak adlandırılan bu plan 11.30’da uygulanmaya başlandı ve 11.30’da merkez tabyalarına ateş başladı.

Bu arada düşman gemileri Kumkale’den gelen tedirgin edici ateş hattına da girmişlerdi. Obüslerden üstlerine ateş yağıyordu. Yine de mesafe uzak olduğundan Türk bataryaları savaş gemilerine karşılık veremiyordu. Saat 12.00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu Hamidiye ateş almıştı. B Hattı diye adlandırılan Amiral Guepratte komutasındaki 3. Tümen Suffren, Bouvet, Goulois, Charlemagne adlı dört Fransız gemisiyle Triumph ve Prince George adlı iki İngiliz muharebe gemisinden oluşuyordu.

Plana göre bu tümen 1. Tümenin arkasından hareket geçti ve B hattı önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş yaklaşan gemiler Türk bataryalarından düşen mermi ateşi altında B hattına vardılar. Şiddetli yapılan karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu. 3. Tümene ait olan iki İngiliz gemisi Triumph ve Prince George A hattının kıç omuzluklarında yerlerini almış Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını hedeflemişlerdi.

Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye tabyası topçuların şehit olması ile devre dışı kalmıştı.

Planın ikinci aşamasında Türk bataryaları üzerinde yeteri kadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler komutasındaki 2. Tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance, Swiftsun ve Majestic’ten oluşan 2. Tümen, 3. Tümenin yerini alacak ve B Hattından son olarak yakın muharebe yapılarak Tabyalar içinde olmayıp mayın hatlarını savunan toplar tahrip edilerek bombardımandan hemen sonra mayın tarama işlemlerine başlanacaktı. Fakat 3. Tümenin yerini alacak 2. Tümen gelmeden önce beklenmedik bir şey oldu. Saat 14:00’e doğru Suffren büyük bir hızla boğazı terk etmekte ve Bouvet’de onu izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye tabyasınca ateş altındayken 3 dakikada suların altına gömüldü. Derin bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elzabeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömülmüştü. Bu arada 12.30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. 15.30 sularında mayına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun çabayla Bozcaada’ya ulaştı. 2. Tümen İngiliz gemileri, 3. Tümenin yerini aldığında bu manzara ile karşılaşmıştı. Saat 14.30’da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar yaklaştılar. Namazgah tabyasını bombardıman ediyordu. Saat 15.00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışına kalmıştı.

Anadolu Hamidiye tabyası hasar görmemişti ve İrrisistible’a ateş ediyordu. Saat 15.14’de İrrisistible’ın yanında korkunç bir patlama duyuldu. Saat 16.15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret’in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. Tümenin geri çekilmesi için emir verdi. 18.05’te geri çekilirken Ocean da mayına çarpmıştı. Güçlü top ateşine rağmen Ocean’ın personeli muhripler tarafından boşaltıldı.

18 Mart’ta yaşananlar şaşkınlık yaratmıştı. Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını söylayenler haklı çıkıyor, de Robeck ve Churchill gibi hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul’a çıkılabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu.

KARA MUHAREBELERİ

Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekâtı’nın başarısızlığı umutları Kara Harekâtı’na çevirmişti. Daha 1 Mart’ta Yunanistan, Gelibolu yarımadasını işgal etmek, mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere İngiltere’ye üç tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve Fransızlara kalsa öneri kabul edilebilirdi. Ancak Rus Çarı, İngiliz Büyükelçisi’ne, hiçbir şart altında Yunan askerinin İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini bildirerek bu tasarıyı önledi.

Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen General Sir William Birdwood, 5 Mart’ta Kitchener’a gönderdiği raporda, Donanmanın tek başına Boğaz’dan geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu rapor Kitchener’in bütün tereddütlerini giderdi. 10 Martda 29’ncu Tümenin Ege’ye gönderileceğini açıkladı. Ayrıca bir Tümen de kendilerinin göndermeleri için Fransızları ikna edeceğini ilave ediyordu. Böylece Mısır’daki Anzak Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu.

Birdwood’un raporuna rağmen, hala donanmanın tek başına Boğazı geçebileceğini düşünenler vardı. Bu karışıklık içinde Kara kuvveti hazır olana kadar Donanmanın harekâtını geri bırakmasını, bu suretle Kara ve Deniz Kuvvetlerinin müşterek harekata başlamasının en iyisi olacağını hiç kimse aklına getiremiyordu. O sıralarda Londra’ya hakim olan bu kargaşalık ve belirsizliği, ne yapacağı belli olmayan Sefer Kuvveti’nin Komutanlığına yapılan atamadan anlamak mümkündür. Bu komutan, Kitchener’in Güney Afrika savaşlarından eski bir arkadaşı General Sir Ian Hamilton’du.

Donanma asıl saldırısını yapana kadar, Hamilton’un birlikleri işe karışmayacaktı. Eğer deneme başarıya ulaşmazsa Hamilton Gelibolu yarımadasına çıkarma yapacak, başarıya ulaşırsa yarımadaya zayıf bir kuvvet bırakıp doğrudan doğruya İstanbul üzerine yürüyecekti. Oradan İstanbul Boğazına çıkarılmış bir Rus Birliği ile birleşmesi umuluyordu.

Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazlar’dan geçilemeyeceğini tüm dünyaya göstermişti. Bu zaferin ardından, İtilafların kaçınılmaz kara harekâtına karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı. Gelibolu‘da 5. Ordu oluşturulmuş başına da Mareşal Liman von Sanders getirilmişti. Kıyılara dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyor, müttefiklerin her hareketi gözleniyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19. İhtiyat Tümeni’nin başında bulunan yarbay Mustafa Kemal'di.

İTİLAF DEVLETLERİ

General Hamilton emrine verilen kuvvetler ve savaşçı mevcutları şöyledir: Anzak Kolordusu 25.700, Britanya 29. Tümeni 17.000, Fransa 1. Tümeni 16.700, Britanya Kraliyet Deniz Tümeni 10.800,  Anzak Tugayı 4.800. Böylece harekât için 75 bin kişilik bir kuvvet oluşturulmuştur.

General Hamilton, Gelibolu Yarımadasındaki çeşitli çıkarma alanlarına kuvvet çıkartarak yarımadanın denetimini, böylece Osmanlı kıyı topçusunu etkisiz hale getirmeyi amaçlamıştır. Bunun için iki ana çıkarma bölgesi belirlenmiştir. Bunlardan biri, yarımadanın en güney ucu olan ve Seddülbahir olarak bilinen bölge, diğeri ise daha kuzeydeki Kabatepe-Küçük Arıburnu arasındaki kumsaldır. Bu iki çıkarma bölgesinden Seddülbahir’e ağırlık verilmiştir. Seddülbahir bölgesine ağırlık verilmesi üç taraftan da donanma topçu ateşiyle desteklenebilir bir bölge olmasındandı.

General Hamilton Seddülbahir Cephesi çıkartmaları için Seddülbahir bölgesinde beş ayrı kumsal belirlemişti: Sığırini (Morto) koyu – Hisarlık Burnu, Ertuğrul Koyu, Tekekoyu, İkizkoyu, Zığındere. Bu kumsallar için iki İngiliz, bir Fransız tümeni ile bir Hint tugayı tahsis etmiştir. Arıburnu Çıkarması için ise iki tümenden oluşan Anzak Kolordusu tahsis edilmiştir.

Seddülbahir Cephesi’ne çıkarılan birliklerin hedefi, Gelibolu Yarımadası’nın güney bölgesinin taktik derinliğindeki Alçıtepe bloğu’nun ele geçirilmesidir. Bu birliklerin ileri harekâtı derinlikte birleşerek Kirte Köyü hattından Alçıtepe bloğu ele geçirilecek, Arıburnu Cephesi’ne çıkan birlikler ise Conkbayırı-Kocaçimentepe hattından Maltepe bölgesinin ele geçirilmesiyle Seddülbahir Cephesi’nin Osmanlı kuvvetlerince takviyesi önlenecektir. Alçıtepe, ilk günün hedefi olarak belirlenmiştir, Seddülbahir’den 10 km. ve Zığındere’den 5 km. mesafededir. Arıburnu Cephesi kuvvetlerine verilen taktik hedef ise Kocaçimen tepe üzerinden Eceabat'ta sahile ulaşarak Seddülbahir Cephesi'ndeki Osmanlı kuvvetlerinin geri bağlantısını kesmektir.

Deniz harekâtının başarısızlığı ardından (18 Mart 1915) bir kara harekâtına girişileceği ve bu harekâtın Gelibolu Yarımadası’nı hedef alacağını öngörüsü, mantık gereği olarak bile neredeyse kesinlik kazanmıştır. Kaldı ki 1915 yılının Nisan ayı başlarından itibaren Hamilton’un kuvvetleri Mısır’da toplanmaya başladığında bölgedeki Osmanlı istihbaratı, birliklerin mevcutları, komutanları, silah ve donanımları hakkında ayrıntılı bilgiler edinmeye başlamıştır.

14 Aralık 1914 tarihinde 42 kişilik bir subay gurubuyla İstanbul’a gelen ve Enver Paşa tarafından 1. Ordu Komutanlığı’na atanmış olan Alman Danışma Kurulu Başkanı Mareşal Liman Von Sanders, yeni teşkil edilen ve bölgeyi savunmakla görevli 5. Ordu komutanlığına 24 Mart 1915 tarihinde atanmıştır. Dolayısıyla bölgenin savunmasından sorumlu olan 3. Kolordu da Mareşalin emrine girmiştir.

Mareşal Sanders’in savunma planı, Hamilton’un taarruz planıyla örtüşmemektedir. Mareşal Sanders, çıkarmaların Saros Körfezi kıyılarına yapılacağını hesaplamaktadır ve 5. Ordu’nun ana kuvvetlerini bu bölgede toplamıştır. Saros Körfezi, Gelibolu Yarımadası’nın en dar bölgesidir. Buradan yapılacak bir çıkarmanın, yarımadayı savunan Osmanlı birliklerinin geri çekilme ve kara ikmal hattını kesmesi olasıdır. Ayrıca Mareşal Sanders’in savunma planı, elindeki kuvvetlerin önemli bir bölümünü geride, yedekte tutarak çıkarma kuvvetlerine ileri harekâtları sırasında taarruz etmeyi öngören, savunma ağırlıklı, temkinli bir plandır.

Osmanlı komutanları ise, çıkarmadan sonra, çıkarma kuvvetlerinin sahillerde elde edecekleri köprübaşlarıyla yoğun olarak takviye alacaklarını, gerekli tahkimatı yapacakları, dolayısıyla bu tahkimatlardan sökülüp atılmalarının çok güç olacağını düşünmektedirler. Onlara göre etkin bir savunma, hemen sahilde, daha çıkarma harekâtı sırasında yapılmalı, karşı tarafın kıyıda bir köprübaşı oluşturması önlenmelidir.

5. Ordu, üç tümenli 3. ve iki tümenli 15. kolordulardan oluşmaktadır. Ayrıca ordu karargahına bağlı 19. Fırka, 1. Süvari Tugayı, bir piyade alayı ve dört Jandarma taburu bulunmaktadır. Toplam savaşçı sayısı 84 bindirBu kolorduların bünyesindeki tüm