Gazeteci yazar Fehmi Koru, bugünkü yazısında geçtiğimiz gün AK Parti Bursa İl Başkanlığı toplantısında yaptığı konuşmada, “Sadece bizim yaptıklarımıza bakmayın. Biz kendimiz yapmıyoruz. Biz inanıyoruz ki bize yaptıran Allah’tır” ifadelerini kullanan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’na tepki gösterdi. Soylu’nun ifadelerinin sakıncalı olduğunu savunan Fehmi Koru, “İnanç sistemimizle ilgili olduğundan bu tür bir ifadenin hükmünü kelâm konusunda uzmanlaşmış ilahiyatçı hocalara sormakta yarar görebilirdim; ancak onların da -hiç değilse bazılarının iktidar cephesine muhabbetlerinin eski hassasiyetlerini tırpanladığı aleniyete döküldüğü ve cümleyi sarf eden de hükümetin önemli bir bakanı olduğu için, bu da açıkçası nafile bir çaba olurdu…” dedi.

Soylu’nun sözlerinden dolayı AK Parti içinden tepki gelmediğini belirten Fehmi Koru, Tam üç kez tekrarlanan vahim yanlışlıktaki cümle sarf edilmemiş sayılacak mı? Muhalif kesimlerden şiddetli tepkiler geldi, ancak esas hassasiyet göstermesi gereken o cümlenin ağzından çıktığı görülen siyasetçinin yakın çevresinden, partisinden, bakan arkadaşlarından ve onu o göreve atayan iradenin sahibinden bir ses çıktığı işitilmedi.” diye yazdı.

“Fehmi Koru’nun bugünkü “Allah bize yaptırıyor” ifadesine ben “Allah, Allah” tepkisi verdim” başlıklı yazısı şöyle:

Siyasi kimliği olan birinin konuşurken ağzından şu cümlelerin çıktığını işitirseniz ne düşünürsünüz?

“Cenab-ı Allah biliyor. Milletimize hiç ihanet etmedik. Üzerimize ne kadar gelirlerse gelsinler hiç ihanet etmedik. Kim ne derse desin. Onun için sadece bizim yaptıklarımıza bakmayın. Biz kendimiz yapmıyoruz. Biz inanıyoruz ki bize yaptıran Allah’tır, bize yaptıran Allah’tır, bize yaptıran Allah’tır.”

Kendi sorumun cevabını yine kendim vermek istiyorum:

Son üç cümlesi, yani “Onun için sadece bizim yaptıklarımıza bakmayın. Biz kendimiz yapmıyoruz” ve özellikle “Biz inanıyoruz ki, bize yaptıran Allah’tır” bölümü, yalnızca bir kez ağzından çıkmış olsaydı bunu bir ‘dil sürçmesi’ olarak değerlendirirdim.

Aynı sözleri o siyasi kişiliğin ikinci bir kez daha tekrarladığını işitseydim, “Herhalde ilkinde yaptığı yanlışı fark etti, onu düzeltmek isterken aynı yanlışı tekrarladı” diye düşünürdüm.

Fakat “Biz inanıyoruz ki, bize yaptıran Allah’tır, bize yaptıran Allah’tır, bize yaptıran Allah’tır” diye üç kez tekrarlanan cümle hiçbir tevile imkan vermiyor.

İnanç sistemimizle ilgili olduğundan bu tür bir ifadenin hükmünü kelâm konusunda uzmanlaşmış ilahiyatçı hocalara sormakta yarar görebilirdim; ancak onların da -hiç değilse bazılarının- iktidar cephesine muhabbetlerinin eski hassasiyetlerini tırpanladığı aleniyete döküldüğü ve cümleyi sarf eden de hükümetin önemli bir bakanı olduğu için, bu da açıkçası nafile bir çaba olurdu…

Zaten böyle bir yola başvurmaya gerek de yok.

Gerek yok, çünkü son zamanlarda ülke gündemini meşgul eden konulara üstünkörü bir gözle bile bakılsa, öyle bir iddianın ciddiye alınmasının imkansızlığı hemen fark edilir.

Örnek mi? Kolay.

Dini konularda hassas olduğu iyi bilinen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ekonomi alanında günlük hayatımızın bir parçası haline gelmiş bulunan ‘faiz’den hoşlanmıyor ve bu tavrını dini sebeplere bağlıyor.

“Faiz konusunda nass var, enflasyon faiz yüzünden artıyor” tezinin sahibi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan…

Onun zorlamasıyla Merkez Bankası’nın faiz oranını her ay bir miktar indirdiği görülüyor.

Hatta ekonomistler, faizin emir ve talimatla bastırılmasının enflasyonun -hayat pahalılığının- artmasında en büyük payın sahibi olduğunu ısrarla hatırlatmalarına rağmen bu yapılıyor.

Yine de mevduatlara ‘faiz’ uyguluyor bankalar…

Cumhurbaşkanı’nın direktifleriyle geldiği son nokta olan yüzde 14 faize ek olarak kurdaki artış oranında bir ek getirinin daha mevduat sahiplerine verilmesi bir ‘ekonomik model’ haline getirildi. Hadi o ek getiriyi hesaba katmayalım, Merkez Bankası’nın bankalara çizdiği sınır olan yüzde 14 faiz değil mi?

“Onun için sadece bizim yaptıklarımıza bakmayın. Biz kendimiz yapmıyoruz. Biz inanıyoruz ki, bize yaptıran Allah’tır, bize yaptıran Allah’tır, bize yaptıran Allah’tır” cümlesini faiz konusundaki bu fiili durum ışığında değerlendirmeye kalktığımızda nasıl bir sonuca ulaşılabilir?

Üzerinde düşünülmesi gereken bir soru bu…

Aynı konuya ve ülkede varlığı bilinen -en bilinen örneği milli piyango olan- dini açıdan mahzurlu başka uygulamalara devletin anayasada sayılmış nitelikleri açısından yaklaşıldığında, mevcut yapının ille dine göre tanziminin söz konusu olmadığı ve olamayacağı gerçeği ortaya çıkıyor.

Dolayısıyla, aklı başında hiç kimse, dine ters düşen uygulamalar yüzünden iktidarları ve doğal olarak siyasi hayat içerisinde yer alan kişileri suçlamayı aklından geçirmiyor.

Zaten bu durum bilindiği için de kimse icraatlarını Allah’a mal etmeye kalkışmıyor.

Gelmiş geçmiş dindar siyasilerin sarf ettikleri bu alandaki en iddialı cümleler, ancak, “Allah’ın rızasını kazanmak için çalıştıkları” türden çok genel iddialar oldu bugüne kadar…    

Öyle olduğu için de birilerinin ağzından çok daha iddialı bir cümle çıktığında, muhalefet cephesinden bunu o kişinin aleyhine kullanmaya kalkışanlar olsa bile, hassas çevreler her defasında o tür cümleleri ‘dil sürçmesi’ görüp öyle de değerlendirdiler.

Aşırı nitelemelerin üzerine daha önceleri fazla gidilmediyse sebebi budur.

Peki şimdi ne olacak?

Tam üç kez tekrarlanan vahim yanlışlıktaki cümle sarf edilmemiş sayılacak mı?

Muhalif kesimlerden şiddetli tepkiler geldi, ancak esas hassasiyet göstermesi gereken o cümlenin ağzından çıktığı görülen siyasetçinin yakın çevresinden, partisinden, bakan arkadaşlarından ve onu o göreve atayan iradenin sahibinden bir ses çıktığı işitilmedi.

Olabilir, siyasettir bu, siyasiler ne kadar vahim olursa olsun yakınlarından birinin ağzından çıkan yanlış ifadelerden rahatsızlık duysalar bile, ‘surda gedik açma’ noktasına kadar giden tepkiler vermeye genellikle yanaşmazlar.

Herhalde bu cümleye de söylenmemiş muamelesi yapılacak.

Hoş kaçmayan, pek çok insanı rahatsız ettiği kesin o cümleyi sarf eden bakan, yakın çevreden ve üstten kendisine tepki gelmediğini görünce, muhtemelen ağzından çıkanların mahzurlu olmadığını bile düşünebilir.

Şu sıralarda iktidar cephesini TV kanallarında temsil ettikleri düşünülen yorumculara AK Parti içerisinden de tepkiler yükselmeye başladı ama o tepkilerin kıymet-i harbiyesi oldu mu, olacak mı?

Ben sanmıyorum.

AK Parti’de sonuç alınabilmesinde tepki verenin kim olduğu önem taşıyor çünkü.

Kimlerin değil kimin tepki verdiği önemli.

Hep belli TV kanalını izleyen seçmen kitlesinin, söylenmemiş muamelesi yapılan vahim yanlışlıktaki ifadelerin farkında olduğundan da emin değilim.

Bu da geçer. Muhtemelen geçti bile.”