Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Özer, orta vadeli programda (OVP) 2021 yılı dolar kuru 8.30 TL tahmin edilirken enflasyonun yüzde 16.2 olmasını beklemenin saflık olacağına dikkat çekti.

Cumhuriyet gazetesinden Şehriban Kıraç'ın sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Mustafa Özer üretici fiyat endeksindeki artışların süreklilik kazandığını, bunun bir süre sonra yurttaşa zam olarak yansıyacağını ve toplumdaki yoksullaşmanın hızlanacağını belirterek “Gördüğüm en büyük risk, Merkez Bankası’na faiz oranlarını düşürme yönünde yapılacak siyasi baskılar ile onun tetikleyeceği kur şoklarıdır” dedi.

İşte Prof. Dr. Özer'in açıklamaları:
Üretim yapmadan üç yılda yüzde 5-5.5 büyüme mümkün değil. Zaten geçmiş dönem büyümelerine de baktığınızda mehter takımı gibiydik, bir ileri iki geri gitmişiz. 2021 yılı dolar kuru 8.30 TL tahmin edilirken enflasyonun yüzde 16.2 olmasını beklemek saflık olur. Bu tamamen piyasa beklentilerini yönlendirmeye dönük ve olası bir seçime doğru piyasa beklentilerini olumluya çevirmeye dair iyi bir malzeme olarak kalacak.

Yüzde 21.7’lik büyüme, her şeyden önce, gerçek anlamda bir büyüme olarak değil; 2018 yılıyla Türkiye ekonomisinin girdiği kriz sarmalı ve arkasından gelen pandemi ile kaybettiklerini geri alma çabası olarak algılanmalı. Bu büyüme ne yazık ki “sürdürülebilir, kapsayıcı” ve istihdam dostu bir büyüme olmadığı gibi enflasyon başta olmak üzere, iktisadi istikrarsızlık kaynağı olan ekonominin yapısal sorunlarını daha da artırıcı etkisi olacak, fakirleştirici ve hatta gelir dağılımını daha bozucu etkisi olan bir büyümedir.

Büyümenin sürdürülemez olduğuna dair önemli işaretler vardır. Çünkü imalat sanayii üretiminde yavaşlama ve hatta düşme vardır. Üstelik, imalat sanayisinin yön verdiği ihracat artışları ise beraberinde yoğun ithalat artışı ve dış ticaret açığı getirmekte.

Ama büyümeyi asıl sorunlu kılan ise bu büyümeye rağmen emekçilerin, ücretli kesimin giderek daha da yoksullaşmasıdır. Pandemi altında işini, aşını kaybeden, evine ekmek götürmekte zorlanan emekçiler, şimdi de milli gelir pastasından aldıkları payı iyice kaybetmeye başladılar. Asıl üzerinde durulması gereken de budur.

Bu büyüme, ağustos ayı itibarıyla yüzde 19.25’lik enflasyon oranı ve haziran ayı itibarıyla yüzde 22.4’lük bir işsizlik oranının konuşulduğu bir ekonomide söz konusu olmuştur! Yani ortada “ekonomiyi uçuran”, iş, aş, refah ve istikrar yaratan bir büyüme yoktur.

Halkın enflasyonu deyince gıda enflasyonunu anlamak gerekir. Zaten aylık gelirlerinin neredeyse tamamı gıda ürünleri alımlarına gitmektedir. Halkın enflasyonu olan gıda enflasyonuna baktığımızda, aylık yüzde 3.18 ve yıllık olarak yüzde 29 arttığını görüyoruz. Bu artış, aylık bazda yüzde 1.12 ve yıllık yüzde 19.25 artan tüketici enflasyonuna (manşet enflasyona) göre oldukça yüksektir. Ayrıca geniş halk kesimlerinin ne yazık ki gelirleri bu oranda artmadığı için, bu kesimler açısından ciddi bir hayat pahalılığı vardır. Bu durum toplumun giderek daha da yoksullaşmasına ve sefaletin artmasına neden olmaktadır.

Gıda enflasyonuna üretici yönünde baktığımızda ise burada da kaygı verici gelişmeler var. Yİ-ÜFE’deki artışlar süreklilik kazanmakta. Bu artışların bir süre sonra geniş halk kesimlerine zam olarak döneceğini düşündüğümüzde, yurttaşlarımız için hayat pahalılığı daha da artacak ve toplumdaki yoksullaşma daha da ivme kazanacak.

‘FAİZ İNDİRİLSİN’ BASKISI BÜYÜK RİSK
Büyüme konusunda beklentim, yüzde 8 ile yüzde 9 arasında. Gerçek işsizlik oranının yüzde 20’nin üzerinde kalacağını düşünüyorum. Enflasyon beklentim ise en az yüzde 17. Kurda ise dolar 8.50’nin üzerinde, Avro ise 10.30’un üzerinde olacaktır. Gördüğüm en büyük risk, Merkez Bankası’na faiz oranlarını düşürme yönünde yapılacak siyasi baskılar ile onun tetikleyeceği kur şoklarıdır. Cari açıkta da yılın ikinci yarısında artış bekliyorum. Ayrıca erken seçim olasılığı ile yeniden iç kredileri, özellikle tüketici kredileri artırmaya yönelik teşvikler de bir başka önemli risk kaynağıdır.

KURDA KALICI DÜŞÜŞ HAYAL
Türkiye’de kurun yönünü kısa vadede daha çok, sermaye giriş ve çıkışları etkiler. Bu nedenle kurda kalıcı bir düşüş olacağını zannetmiyorum.

Ben yakın bir sürede bir faiz indirimi de görmüyorum. Merkez eylül ayı toplantısında faiz artışına gitmeyebilir. Bu ortamda yapılacak bir faiz indiriminin, TL’de kaçışı hızlandırıp dövize olan talebi ve kuru artıracağına inanıyorum.

Dış borcun hem miktar olarak hem de milli gelire oranının artması, başlı başına ülke açısından önemli bir kırılganlık oluşturmaktadır. Ayrıca dış borcun vadesinin kısalması da ciddi bir sorundur.

İster özel kesim isterse kamu kesimi dış borç alsın, iş geri ödemeye gelince, ülke içinde döviz talebi artmakta ve bu da kuru etkilemektedir. Borçları geri öderken de kişi başına geliri artıracak şekilde sürekli büyümek gerekir. Aksi takdirde dış borç geri ödemelerinde sıkıntılar yaşanabilecektir. Bu düzeye ulaşmış dış borcun geri ödenmesi konusu başlı başına bir sorundur. Vadesi gelen dış borçları ödemek için alınacak yeni borçlar, yeni borçlanmanın maliyeti; ülke risk priminin yüksek olması nedeniyle arttığı için, ek dış borç yükü doğuracak.

EN BÜYÜK SORUN İŞSİZLİK
İleriki dönemlerin en önemli sorunu, artan işsizlik, hayat pahalılığı ve giderek daha da yaygınlaşacak ve artan yoksulluk olacaktır. Hem Türkiye genelinde hem kentler hem de bölgeler bazında derinleşen gelir dağılımındaki eşitsizlik artışları ve bunun yaratacağı iktisadi, sosyal ve toplumsal sorunlar yeni döneme damgasını vuracaktır. Aile reisinin işini kaybetmesi ile o ailede ortaya çıkacak gelir kayıpları ve gelecek konusundaki belirsizlik aile içerisinde çeşitli çatışmalar ve travmalara neden olabilecektir. İşsiz kalan çeşitli psikolojik sorunlarla karşılaşabilir. Bu kişilerin suç işleme potansiyelinde artış olabilir.

Ekonomi ise çift haneli enflasyon, işsizlik ve faizin yanında azalan büyüme oranları, artan dış açık, kırılganlık ve yükselen ülke risk primiyle anılır hale gelecektir.

KAMU DEVREYE GİRMELİ
Türkiye ekonomisinin en temel kırılganlıkları, uluslararası rezervlerinin yetersiz olması (net rezervlerin halen eksi olması), ödenmesi gereken kısa vadeli dış borçlarının çok yüksek olması, ülke risk priminin yüksek ve dolayısıyla dış borçlanmanın çok maliyetli olması, kronik hale gelmiş cari açık sorunu ile yüksek enflasyon ile yüksek enflasyon yanında istikrarsız ve sürdürülemez büyüme oranlarıdır. Sahip olduğumuz brüt rezervler bir yıllık döviz yükümlülüklerinden yüksek değil. Bu da ülkeyi dış şoklara açık hale getirmekte. Döviz şokları kısa sürede enflasyona yansımakta, ülke risk primi (CDS) yükselmekte. Sanayinin aşırı biçimde ithalat bağımlılığı, cari açığı kronik hale getiriyor.

İstihdamdaki gelişmeler ileriki dönemlerinde işgücü piyasasında daha olumsuz gelişmelerin öncülleri olarak karşımızda durmakta.

Ekonominin sorunları öyle bir programla, birkaç günde halledilecek sorunlar değil. Ama inandığım bir şey var ki o da kamunun ekonomideki rolünü yeniden tanımlamadan, kamu öncülüğünde yeni planlı sanayileşme politikaları uygulamadan, ekonominin yapısal sorunlarını çözmek mümkün değildir. 

Günü kurtarmaya dönük kısa erimli, miyop politikalarla güçlü ve sürekli artan katma değer yaratan bir sanayi sektörü oluşturmak mümkün değildir. Sanayileşmek her şeyden önce bilimsel ve laik eğitim, başta faiz ve döviz kuru politikaları olmak üzere dış ticaret, teknoloji, işgücü politikalarının eşgüdüm içerisinde kamunun öncülüğünde uygulanmasını gerektirir.