BUGÜN köşe yazımda, şehrin hangi sorununu veya siyaseten yapılan hangi yanlışları yazmayı düşünürken…

Aklıma birden daha önce okuduğum ‘’Hüküm Gecesi’’ adlı roman geldi…

*

Okuyan var mı bilemiyorum ama…

Türk edebiyatının başarılı isimlerinden biri olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun 1987 yılında yayınladığı ‘’Hüküm Gecesi’’ eserini okumanızı tavsiye ederim…

Hüküm Gecesi siyasi bir roman…

Konusu 1910 ve 1913 yılları arasında Ahmet Kerim adlı bir gazetecinin hayatını ve Samiye isimli bir kadın ile yaşadığı aşkı anlatmaktadır.

Romanın ana kahramanı olan Ahmet Kerim, muhalif bir gazetecidir. Kendi bildiğini yapmaktan şaşmayan ancak roman boyunca hem duygusal hem de siyasal darbeler alan ve idamına karar verilen Ahmet Kerim, araya Ziya Gökalp'in girmesi ile Sinop'a sürülmüştür.

*

Yakup Kadri’nin Hüküm Gecesi romanının kahramanı Ahmet Kerim, mesleğinin iyi ve riskli yanlarını bir kaldırım fahişesiyle kıyaslar…

 Ve şöyle der:

 ‘’Siyasi gazete yazarı için dayak, kurşun, hapishane veya ip varsa bu zavallı kadın için de her an bir sarhoşun yumruğu, bir katilin bıçağı, bir firengilinin mikrobu vardır ve bir gazeteci okuyucularının sayısını artırmak yolunda bedenî ve fikrî ne kadar gayret harcarsa, beş olan müşterisini ona çıkarmak için çalışan bir fahişenin harcadığı gayret de hemen aynı nispettedir.’’

*

‘‘Hüküm Gecesi’’nin kahramanı bir başyazar.

Yazdığı gazetenin adı ‘‘Nidayı Hakikat’’.

Ahmet Kerim muhalif bir gazeteci.

Romanın hemen başındaki sayfayı açtım bölümü tekrar okumaya başladım…

Aynı benim yazacağım makaleyi düşündüğüm gibi…

Şöyle yazıyor:

‘‘Mesela o gün gazeteye yazacağı makaleyi düşünüyordu. Ona bu günlük gazetecilik, mesleklerin en gücü, en bayağısı, en şerefsizi gibi geliyordu.’’

Ahmet Kerim mesleğe muhalefetini bu kadar ‘‘nazik’’ bir çizgide bırakmıyor.

Daha da ileri gidiyor ve gazeteciliği ve köşe yazarlığını bir tür ‘‘fahişelik’’ olarak niteliyor.

Kendi kendine şunları söylüyor:

‘‘Günlük bir gazete yazarıyla bir kaldırım fahişesi arasındaki benzerlik yalnız bundan ibaret değildir. Bunun da, onun da biricik sermayesi halkın budalalığıdır. Amme efkárı bunların birinde hakikat ihtiyacını, ötekinde aşk ihtiyacını tatmin ettiğine inanır. Halbuki fahişenin verdiği aşk ne derece samimi ise gazetecinin söylediği hakikat de o derece doğrudur.’’

*

‘‘Nidayı Hakikat’’ başyazarı bunu düşünürken kendisinden iğrenir gibi olur ve içini, yaptığı işlerden şüpheye düşen kişilere mahsus derin bir keder kaplar.

*

Bu keder anında bir tetik haline gelir ve cümleleri kendisini kurtaracak bir mavzer kurşununa dönüşür.

‘‘Fakat genç varlığında her düşünceden daha kuvvetli olan bencilliği birden başını kaldırır: ‘Hayır! Ben, yalnız ben, bu cins hakikat bezirgánlarından değilim' der. Her yazım kuvvetle inandığım, kuvvetle hak bildiğim bir fikrin ifadesidir.’’

*

Kitabın bu satırlarını okurken ağzımdan şu ifade döküldü:

‘‘Ne kadar gerçekçi bir tanım ve kimlik...’’

*

Köşe yazarlığında 10 yılımı doldurdum.

‘’Her yazım kuvvetle inandığım, kuvvetle hak bildiğim, bu şehrin İl-İlçe fark etmeksizin gelişmesi adına yapılan yanlışları korkusuzca, cesaretle, gücü elinde tutanları eleştirebilme, onları kamuoyuna şikâyet etme, yanlışlarını düzeltmeleri adına doğru bildiğim yolda yürüdüğüm ve haykırabildiğim bir fikrin ifadesidir.’’

Bu fikri, ‘’Kahramanmaraş sevdalısı’’ diye tanımlayabiliriz…

*

Bu meslekte iyi kötü çok insan tanıdım.

Bir Çin atasözü, “bir nehrin kenarında UZUN zaman durursanız, bütün düşmanlarınızın cenazelerinin önünüzden birer birer geçtiğini görürsünüz” der.

Çin atasözü misali 10 sene içinde, bu şehirde ki tıynet ve tıynetsizlikler önümde epey resmi geçit yaptı.

*

Mesela bir tıynetsiz…

ELBİSTAN ilçesinde bir satılık gazeteci var… Gazetecilik mesleğinin fahişeliğini yapan…

Kendince haber yaptığını sanan bu yavşak, karalama haber yapmaktan zevk alan biri olduğu maalesef ki ortaya çıkmıştır…

Fotoğrafımı ve adımı kullanarak hatta Elbistan belediyesine verilen teklif mektubunu hukuka aykırı bir şekilde el altından ele geçirip yayınlayan, kendine gazteciyim diyen bu yavşak, bir değil, iki değil, tam 4 defa hakkımda yalan ve karalama ve hakaret içeren haber yapmaktan dolayı şikâyetim sonucunda, hakkında iddianameler yazılmış olup, Asliye Ceza Mahkemelerinde önümüzdeki günlerde hâkim karşısına çıkacak ve hüküm kurulduktan sonra ayrıca tazminat davası açılacağını belirtmek isterim…

*

Bu topraklarda gazeteciliğin bir meslek olarak kabulü İkinci Meşrutiyet sonrasında başlar, öncesinde memuriyetin yanında bir uğraş olarak kabul edilir. Hoş meslek olarak kabul görse de icra edeni geçindirecek olanaklar sağlamaz.

*

Günümüze gelecek olursak…

Bu ülkede iyi gazetecilik hiç olmadı, gurur duyacağımız gazeteciler yok demiyorum elbette, aksine çok zor şartlarda canları pahasına gazetecilikten ödün vermeyen nice isim var.

Ancak gazeteciliğin ne olduğu, kime gazeteci deneceği konusu yeni teknolojilerin sınırlarının belirsizleştirdiği ortamın öncesinde de tartışma konusuydu. Üzerine sayısız makale, tez, köşe yazısı yazıldı. Döndük dolaştık bugün Sedat Peker’in bazı gazeteciler hakkında yayınladığı video ile ifşasında aynı yere geldik.

‘Namusu maaşı kadar olan gazeteciler’

Böyle sesleniyor Peker videolarında iktidara yanaşan, çıkar ilişkisine giren ve en önemlisi de kendisiyle de benzer çıkar ilişkisindeyken sonradan “satan” gazetecilere.

*

Maalesef ki şehrimizin en kuzeyinde mesleğini çıkar amaçlı kullanan, emir eri misali bazı siyasetçilerin her dediklerini emir telakki eden, yalan ve düzmece haberler yapan, kendini 300 veya 500 TL’ye satan, kendini kullandırtan, halkın sorunlarını gündeme taşımak değil, ağ babalarının talimatlarını yerine getiren, şirin gözükmek adına kopyala yapıştır haberler yapan, hatta Elbistan’daki Mustafa Genç abimizin ifadesi ile ‘’Metro Turizm yazıhanesine gelip, bir yemek parası ver hiç olmazsa açım karnımı doyurayım’’ diyerek el ayak öfeleyen, adına da ‘’gazteciyim’’ diyen bu mesleğin yüzkarası biri var?

*

Maalesef ki Elbistan halkının da kendisi hakkında neler söyledikleri malumdur…

*

Böylelerinin yüzüne tükürseler, ‘’Yarabbi şükür’’ derler…

*

Satılık kalem oldukları için, mesleğin saygınlığına gölge düşürürler…

*

Diyor ya Yakup Kadri romanında, ‘’Kaldırım fahişesi bile işini aşkla yapar…’’

*

Bu tür ‘’gazeteci bozması’’ ise hakikatler yerine, eline sıkıştırılan 300-500 TL ile kendini kullandıklarının farkına bile varmaz… Ancak asparagas haberler yapar…

*

Hani derler ya…

Kadının değil, erkeğin oruspusundan korkacaksın…

*

Karşımızdaki de erkeğin oruspusu olduğuna göre, hele hele ‘’gazteciyim’’ diye caka atan bir züppenin, gazetecilik mesleğine ihanet ettiğinden dolayı, adını bile yazmaktan hicap duyuyorum…

Ama o kendini çok iyi bilir…

Çünkü Elbistan Halkı ona ‘’satılık gazeteci’’ diyor…

*

Yazımın baş tarafında ki konuya dönecek olursam:

Ben, Ahmet Kerim’le aynı mahallede oturmuyorum.

Elbistan da ki satılık gazeteciyle hiç karşılaşmadım ve şahsen tanımıyorum…

Bu mesleği seviyorum, çok saygı duyuyorum. Bu meslekte çok güzel insanlarla tanıştım.

Ancak Ahmet Kerim'in sorduğu o soruyu ben de kendi kendime sordum.

Gazetecilik ile kaldırım fahişeliği arasında gerçekten bir benzerlik var mıdır?

Sonunda bu sorunun ve benzetmenin manasız olduğuna karar verdim.

*

İlle de bir tarif mi yapmak gerekiyor?

Ben şöyle yapabilirim:

Nasıl ki bir kaldırım fahişesi mesleğini icra ederken kişilerin aşk ihtiyacını karşılayıp hakkaniyetle görevini yerine getiriyorsa…

Gazetecilik mesleğini icra edenlerinde, doğruyu yalnızca doğruyu icra etmelerini, halkın yanında yer almalarını, yalan haber yapmamalarını, meslektaşını eleştirmeli ama onlar hakkında siyasetçilerin el altından verdikleri 300-500 TL karşılığında karalama yapmaktan uzak durmalarını, mesleğinin ayaklar altına alınmasına göz yummamalarını, ekmeklerini namusuyla hak ederek kazanmalarını tarif edebilirim…

Bilmem anlatabildim…