Salim Dündar’ın yıllar yılı milletin içini dağlamış, efkârlandırmış bir şarkısı vardır.

 

"Harmanım ben harmanım

 

Kırk satırlık fermanım

 

Yok dizimde dermanım

 

Eyletmen beni

 

Söyletmen beni

 

Ağlatman beni

 

Aynalar Aynalar"

 

Ne zaman dinlesem, hüzün kaplar benliğimi…

 

Şimdi bu şarkıdaki "aynalar" kelimesi yerine "odalar" desem.

 

Uyar mı?

 

Uymaz değil mi?

 

Ne odası, hangi oda, kimin odası, nerden çıktı bu oda?

 

Meraklandınız değil mi?

 

Maşallah “oda” bolluğu var şehrimizde...

 

Ziraat odası, fırıncı odası, pideci odası, simitçi odası, açık ekmekçiler odası, minibüsçüler odası, şoförler odası, servisçiler odası, milli piyangocular odası, Bakkallar odası, berberler odası, camcılar odası, elektrik teknisyenleri odası, fotoğrafçılar odası, giyim eşyası odası, hamallar odası, hurdacılar odası, kahveciler odası, kasaplar odası, kebapçılar ve lokantacılar odası, kırtasiyeciler odası, kundura tamircileri odası, madeni sanatkârlar odası, manavlar odası, marangozlar odası, matbaacılar odası, otelciler odası, oto sanatkârları odası, sıhhi tesisatçılar odası, sütçüler odası, terziler odası, emlakçiler odası…

 

Bu odaların geliri nerden?

 

Üyeden.

 

Harcama nereden?

 

Üyeden gelen aidat ve işlerden.

 

Ohh be…

 

Ne güzel iş.

 

Şoför beleş, telefon beleş, sekreter beleş. Ehh hemen oraya yerleş…

 

Peki, sizlere,"ekmek elden su odadan, ye babam ye" şarkısını söylesem...

 

Bu sefer Uyar mı?

 

Yine mi uymadı?

 

Hay Allah, nasıl çıkacağız bu işin içinden.

 

Peki, size başka bir şarkı söyleyeyim: "200 kişilik yemeğe, 50 bin TL ödenmiş, vay babam vay" desem...

 

Bu şarkıyı bildiniz mi?

 

Yok, kardeşim böyle bir şarkı sözü yok ama bir şeyi ima ediyorsunuz demeye başladınız?

 

Evet, evet, bu şarkı sözü değil, bir okuyucumuzdan gelen mektuba göre, namı değer odalarımızdan biri 200 kişilik yemek veriyor, tamı tamına 50 bin TL fatura ödüyor.

 

Hemen elinize hesap makinesi mi aldınız?

 

Durun yahu siz yorulmayın...

 

Ben yazayım; 50.000/200 = 250 TL

 

"Hadi şuradan git kardeşim, bir kişi bu şehirde bir oturuşta 250 TL lik yemek yiyemez?" dediğinizi duyar gibiyim.

 

Nasıl yendiğini bilemem, faturanın nasıl şişirildiğini bilemem, bildiğim bir şey varsa bir kişi obezite de olsa, lüksün lüksü yemeği de masaya gelse, üstüne dondurma künefe de yense, 250 TL'lik yemek hesabı gelmesi çok zor.

 

Yer kardeşim, yer'mi DİYORSUNUZ?

 

Bu şehirde yıllardır 5000 kişilik yemek ihaleleri yapılıp, 1500 kişiye yemek yedirilip, 5000 kişilik faturalar kesildiğini sağır sultan bile biliyor. Kimlerin zengin edildiğini, bilmeyen yok. Onların hesabı sorulmadı ki, kişi başı 250 TL lik yemek hesabı sorulsun. Bu devran böyle gelmiş, böyle gider mi diyorsunuz?

 

Bence de gider gitmesine de;

 

Bu şehir ne çekti ise, keyfilikten çekti.

 

Bananecilikten, aman sendecilikten çekti.

 

Bu benim adamım, o onun adamı işinden çekti.

 

Bal tutan parmağını yalar, zihniyetinden çekti.

 

Sözü fazla uzatmayayım, Salim Dündar'ın söylediği “aynalar” gibi bir şarkıda ben yazıp söyleyeyim mi? size.

 

"Odalar, ahh o odalar.

 

Odalarda dönen dolaplar.

 

Dolaplardaki faturalar.

 

Biz vazgeçmeyiz bu işten, hamam tası gümüşten"

 

Uydu mu?

 

Uysa da, uymasa da?

 

Oduncuyla, manavın, hikâyesi gibi.

 

Yazdık bir kere.

 

Dur nereye, hangi oda olduğunu yazmadın mı diyorsunuz?

 

Ne yazayım kardeşim, bu devletin odalarını denetleyen, teftiş eden onlarca müfettiş, o tür faturaları görmüyorsa, görmek istemiyorsa?

 

Ben yazsam ne olacak, yazmasam ne olacak.

 

Ama o yemeği yedirip, dolgun faturaları alanlara bir çift sözüm var.

 

Yedirin kardeşim yedirin.

 

Patlayıncaya kadar, tıksırıncaya kadar yedirin.

 

Nasıl olsa, para cebinizden çıkmıyor?

 

Ancak bu devran böyle gitmez.

 

Bilmiş olun!!!