ABDULKADİR Selvi’nin yazısından alıntı yaparak yazacak olursam…
 

AK Parti’nin İstanbul seçimlerinden sonra 25 Haziran Salı günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yapılan MYK toplantısında…
 

Şunların dile getirildiği belirtiliyor:
 

-“Parti politikaları partinin yetkili kurullarında görüşülmüyor”.

-“Partinin kararları MYK’da konuşulabilseydi bunlar olmazdı”. 
 

Erdoğan’ın ise bu konuşmalara, “Benim istişare ile karar almadığımı söylemek, şahsıma yapılmış bir hakarettir” diye karşılık verdiği dilden dile konuşuluyor.
 

Hele hele Kadın Kolları Başkanı Lütfiye Selva Çam’ın, “Kampanyamız kadınlarda ve gençlerde karşılık bulmuyor. AK Partililerin çocukları AK Parti’ye oy vermiyor” diye konuşup özrü kabahatinden büyük analiz yapması (çocukları geçtik, kadın kolları teşkilatında küstürülen yüzlerce kadınlar var) bazı gerçeklerin gün yüzüne çıkmasına vesile oluyor…
 

Şimdi burada kendi kendimize soracağımız sorular var.
 

Mesela…
 

Hata kimin?
 

Genel Başkan Erdoğan’ın mı?
 

Yoksa hataları seçim öncesi analiz yapım rapor halinde Erdoğan’a sunmayan MYK üyeleri ve kadın kolları Genel Başkanının mı?
 

Seçim bitmiş “hata kimde” demenin artık bir faydası yok…
 

Yani “Ekrem İmamoğlu” golü atmış, kendi sahasına dönüyor…
 

Bu golün altından nasıl kalkılacak?
 

İşte bütün mesele bu…
 

Ya takım komple değişecek?
 

Ya da aynı kadroyla maç devam edilerek gol üstüne gol yenilecek?
 

Bunun kararını verecek olan ise Erdoğan’dır…
 

*
 

Düne kadar sus pus olup konuşmayanlar, konuşamayanlar, İstanbul seçimlerindeki hezimetten dolayı MYK’da çıkıp konuşuyorlarsa, bir dakika durun efendiler derim…
 

Daha önce nerelerdeydiniz? Derim...
 

Dilinizi eşek arısı mı soktu? Derim…
 

İstanbul seçimleri kazanılsaydı o zaman ses etmeyecek miydiniz? Derim…
 

*
 

Hani önceki gün Zülfü Livaneli, Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda verdiği 'Sevdalım Hayat Konserinde’ Ekrem İmamoğlu’nun konsere gelmesi nedeniyle bir öykü anlatır…
 

Öykü şöyledir:

”Uzaklarda, karlı dağlarla çevrili bir köyde, çığ tehlikesi varmış. Bütün kuşaklar, doğan çocukları bile sustururlarmış. ‘Sus, çığ düşecek’ derlermiş. Yüksek sesle konuşmak yasakmış. Konuşulursa çığ düşecek korkusu yaşarlarmış. Bir vadide yaşıyorlar ve birlikte yok olacaklarını düşünürlermiş. Kuşaklar boyu böyle gitmiş. Çığ korkusundan seslerini çıkaramamışlar. Bir gün bir çocuk doğmuş ve daha ağzını kapatmaya fırsat bulamadan haykırmış. Haykırınca, tüyler diken diken olmuş, ‘eyvah gittik’ ‘yok olacağız’ demişler. Bakmışlar çığ yok. Hiçbir şey düşmüyor. Bunun üstüne yavaş yavaş sokaklara çıkmışlar. Cesaretleri artmış. Davullarla, zurnalarla şenlik yapmışlar. Aslında bu köyde yüksek sesle konuşulursa çığ düşmezmiş.”
 

Öyküyü burada noktalayan Livaneli…
 

"İşte o çocuk bugün aramızda" diyerek sahneye İmamoğlu’nu çağırır.
 

*
 

Zülfü Livaneli’nin anlattığı öyküyü ben “AK Parti MYK üyelerine” uyarlamak istiyorum…
 

Demek ki:
 

Ak Parti MYK üyeleri de bu güne kadar ‘üstlerine çığ düşecek’ korkusuyla parti içerisinde konuşmamış, konuşamamışlar…
 

İstanbul seçimlerinde alınan hezimetten sonra cesaretlenip “MYK toplantısında seslerini yükseltmeleri” bence Erdoğan’a “bak Başkan, Ekrem İmamoğlu gibi bir çocuk dünyaya geldi, bağırdığı halde çığ düşmedi, biz boşuna korkuyormuşuz” demeye getirmeleri, kendi hatalarını ört bas etmeye yaramayacaktır.
 

*
 

Demem odur ki:
 

Başkan Erdoğan; öyle bir bağırmalı, öyle bir haykırmalı ki…
 

Ya sesi karşı dağdan yankı yaparak yeni bir “çığ” oluşturup, başta MYK üyeleri olmak üzere Kadın kolları ve tüm teşkilatların başına düşecek…
 

Ya da sessiz kalıp, aynı takımla maça devam edeceğim diyerek AK Parti’nin erimesini seyredecek…
 

Çünkü…
 

İstanbul maçında (seçimde) bir değil, tam iki gol yenildi...
 

Bu iki golün altından kalkmak ise Erdoğan gibi bir liderin başarabileceği bir durumdur.
 

***
 

ABDULKADİR GÜLMEZ
 

ÖNCEKİ günlerde Eyüp Sultan mahallesinde bir engelli kardeşimizle röportaj yapmıştım.
 

Büyükşehir belediyesinin engelliler için teçhizatlı araçlarını mesai saati ve tatil günleri kullanamadıklarından dolayı…
 

Engelliler şube müdürüne şöyle seslenmiştim:
 

“Orası senin babanın çiftliği mi?”
 

Bu zat-ı muhterem Müdür efendinin arkası çok güçlü olmalı ki, onlarca engelli kardeşlerimizden şikâyetler dinlediğimiz halde hala yerinde oturuyor…
 

Otursun bakalım…
 

Engelli kardeşlerimizin de elbet bir gün seslerini duyan olur…
 

*
 

Duyan olur dedim de…
 

Bugün sizlere bir isimden bahsedeceğim…
 

“Abdulkadir Gülmez…”
 

Namı değer mavi kapak toplayıp, hem geri dönüşüme katkı sağlayan hem de engelli kardeşlerimizin derdiyle hem hal olan, her ne kadar soyadı “Gülmez” olsa da, o engelli kardeşlerimizin ve anne babaların yüzlerini güldürmeye çalışan bu kardeşimiz…
 

Bugüne kadar kaç araba dağıttığını biliyor musunuz?
 

Tam tamına 8900 adet…
 


 

He Vallahi he Billahi…
 

Başkan Güngör seçimlerden önce adama göre iş olmaz, işe göre adam bulacağım yani liyakat’a önem vereceğim demişti ya…
 

Bence tüm engellilerin “Gülmez abisi” o makama layık desem yeridir…
 

*
 

Gönülleri güldüren…
 

Engellilerin uzattığı sımsıcak eli kavrayan…
 

Her biriyle yakından ilgilenen…
 

Bu iş gönül işi diyerek, hiçbir menfaat gözetmeksizin koşturan…
 

Cumhurbaşkanımızın eşi Emine Hanımefendinin tebriklerine maruz kalan…
 

Şu günlerde Ankara’dan davet bekleyen…
 

Bu güzel kardeşimize engelliler adına teşekkür ediyorum…
 

Engelli dostu Abdulkadir Gülmez…
 

Bence sen engellilerin dosttan da öte bir kardeşi, bir abisi olmuşun…
 

Şunu anladım ki:
 

Biz insanların liyakatine göre koltuk vermiyoruz…
 

Koltuğa getirip birini oturtuyoruz…
 

Otursunlar bakalım…
 

Çığ düşmemesi için adı “Sessiz köy” olan o yerde nasıl bir gün bir çocuk dünyaya gelip haykırdıysa…
 

Benim şehrimde de engelliler için haykıran biri ortaya çıkar.