Her aşaması muhataralı olsa da altmış yıllık AB maceramızın kökü epeyce eskilerde. Bugünlerde dizilerde İngiliz elçisi tokatlayan Abdülhamit dahil Osmanlı'nın son 2 asrında yüzü hep Avrupa'ya dönüktü. Cumhuriyet'le birlikte modern devletimizin inşası ve gelişmesinde de çok etkili oldu. Hukuk devrimi yapan Atatürk’ün izinde yürüyen İnönü, Menderes, Demirel, Özal ve Ecevit Avrupa ile kategorik karşıtlık yerine eşitlikçi bir anlayışla ilişki kurup hukuki metinleri imzaladılar. Örneğin; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni 1952'de imzaladık. Her akit taraf gibi (ihtirazi kayıt dışında) bizi de bağlayacağını taahhüt ettik.

Şimdilerde bizi bağlar bağlamaz, tanırız tanımayız lafları hukuken, siyaseten ve aklen boş laflardır. Taraf olduğumuz ve imzamızla taahhüt ettiğimiz her sözleşme bizi bağlar. AİHM de bu sözleşmenin bir unsuru ve hükmüdür. İşin ironik yanı AİHM’nin bizim mahkeme kararlarımız üzerinde insan hakları denetimini yapmasını ‘tanıyan’ da R.Tayyip Erdoğan’dır. Zira insan hak ve özgürlükleri konusundaki uluslararası sözleşmeleri iç hukukumuzdan daha üst norm yapan Anayasa’nın 90. maddesi 2004 yılında bu iktidar döneminde ve Başbakan Erdoğan’ın imzaladığı teklifle Meclis’e geldi.  Çoğunlukla da AKP oylarıyla kabul edildi.

Anayasa 90'a göre AİHS iç hukuktaki kanunlarımızdan üstündür ve Türkiye “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin denetleyici yargı yetkisine tâbi olmayı” kabul etmiştir. Tanımıyorum, kabul etmiyorum deme şans ve imkânınız yoktur.  Etmezseniz ne olur sözleşmede o da yazılıdır. AİHM kararlarını uygulamayan ülkeler hakkında “Bakanlar Komitesi” ihlal sürecini başlatır. Başlatsa ne olur derseniz Avrupa Konseyinden çıkarılır.  Neredeyse 2 asırlık uğraşımız boşa gider. Tamamen siyasi saiklerle yargımızın itibarını yerle bir eden bu kapris niye? Atılan taş ürkütülen kurbağaya değer mi?

AB istatistiklerine göre; 2002 ile 2017 arasında ifade özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı ihlali yanı sıra, çeşitli temel hak ve özgürlükleri en çok ihlal eden ülke Türkiye. AİHM kararları gereği, Avrupa Konseyi'ne üye 47 ülke arasında en çok tazminat ödemeye mahkûm olan da Türkiye. On beş yılda 270 milyon 816 bin Euro ödemişiz. Hukuk devletinde uzaklaşıp bu ucube sisteme geçişimizle tazminatlar da artmış. 2017'den sonra 11 milyon 600 bin, 20 milyon 743 bin Euro gibi tazminatlara hükmedilmiş. Tanımayacaktık madem bunca tazminatı niye ödedik? Hukuku uygulamak ve adil olmak çok daha kolay ve onurlu iken neden yapmadık da fakir halkın sırtına bir de bunları sardık.

Daha önce Erdoğan ve Gül'ün hak aramaya gittikleri AİHM yabancı şimdilerde bize de düşman o yüzden aleyhimize karar verdi diyelim. Geçenlerde Anayasa Mahkemesi Başkanı özellikle yargı uygulamalarına karşı bireysel başvuruların yüzde yetmişinde hak ihlali var dedi. Buna ne diyeceksiniz? Bir ülkede bizzat ilk derece hukuku katlediyor hakları ihlal ediyorsa, ona buna şuna efelenmenin anlamı olmaz. AİHM'e diklenmek yerine Anayasa mahkemesi hükmünü tanımayan ilk derece hakimlerine bakınız. Onların kararları yüzünden ülke sürekli tazminata mahkum oluyor, niye görmezsiniz? 

Demokrasi, hukuk devleti, güçlü sivil toplum ve özgür medya sacayağına oturur. Hukuk devletinin temeli de yargı bağımsızlığıdır. Bunu yok ederek hukuk devletini zayıflatırsanız diğerleri de yok olur. Bugün ülkemizde üçünün de yok denecek kadar azalması, zayıflaması içeride halkı mutsuz ediyor, dışarıda ülkemizi itibarsızlaştırıyor.  

Dışarıyı da unutalım bir an için, bu ülke insanı özgür mutlu ve refah içerisinde yaşasa kötü mü olur?  Adil bir yönetim pratiği çok daha kolay iken içeride, dışarıda herkesle kavgalı olmanın kime ne yararı var? Kapris ve komplekslerle devlet yönetilmez.  

Herkes ve her kesim için sığınılacak en son ve en salim liman demokratik hukuk devletidir. Bu konuda anlaşıp uzlaştığımızda diğer sorunların çözümü çok daha kolay olur. Aksi halde içeride bitmeyen kutuplaşma, dışarıda gölge boksuyla enerjimizi tüketir, ekonomik krizlere sürükleniriz.